Vız gelmelidir!

Böyle mi gidecek?

Türkiye, kimin bombasının nerede patlayacağı belli olmayan, sıradan yurttaşın günlük “Ya bana denk gelirse” kaygılarıyla yaşar hale geldiği bir ülke mi olacak? 

Bu soruların şimdilik peşin ve düz bir yanıtı olamaz. Ancak, belirli bir soyutlama düzeyinde bakıldığında bu noktaya nereden nasıl gelindiğini söyleyebiliriz.

Son 5-6 yılın bilançosu bir bakıma basit ve nettir: Türkiye önce görece “yumuşak” bir süreç içinde doğululaştırılıyordu… 2013 Haziran direnişi bu “yumuşak” sürece kitlesel bir batılı karşı çıkış oldu… Rejimin Haziran’a tepkisi ise ülkenin bu kez daha sert ve aceleci müdahalelerle doğululaştırılması hamlesiyle geldi…

Batılılık doğululuk?

Oryantalizm?

Şimdi her işi bırakıp “kültürcülük” mü yapacağız?

“Sonra ne derler?” kaygılarına hiç gerek yoktur ve açıktır: Aydınlanmaysa, insansa, çağdaşlıksa, daha iyi ve adil bir yaşamı bu dünyada aramak ve bulunabileceğine inanmaksa bunların tarihsel kaynağı batıdır. Dahası, bütün bunların sınıfla ve sınıf mücadeleleriyle bağlantısının kurulduğu mekân da batıdır. 

Evet, Haziran 2013 moderndir, pek çok açıdan batılıdır (“batıcı” değil); insan odaklıdır, şudur budur; ama bu kitlesel hareketlenmenin net sınıf temeli ve bağları da vardır… Korkut Boratav’ın defalarca vurgulama gereği duyduğu gibi…

Özetle, AKP’nin şekil vermeye çalıştığı Türkiye, Haziran’la batıya ittirilmiştir; rejimin tepkisi ise ülkeyi tam ters yöne, doğuya daha fazla zorlamak olmuştur. 

Büyük bir katliamın hemen ardından güle oynaya köprü açılışı, önceki bir başka katliam için yapılan saygı duruşunun ıslıklanması, can pazarında insanlardan 100 dolar taksi ücreti istenmesi, “inşallah siz de böyle bir bombayla ölürsünüz” bedduaları doğudur, doğululuktur.

Haziran’ın batılılığı hangi bağlamda batılılıksa, bunlar da kendi bağlamında doğudur, doğululuktur.

Bugün bu noktadayız.

***

Sırada şu soru var: Mevcut rejim yaptıklarından memnun ve rahat mıdır? Bu yolu daha da zorlayacağı söylenebilir mi?

Bizce bir ikilem içindedir.

Bir yanıyla memnundur. “Evlerinde zor tutulduğu” söylenen yüzde 50’den “Evet, ben buradayım” mesajları alınmaktadır. Yapılacak herhangi bir seçim ya da referandumdan kaygı duyulduğu da en azından şimdilik söylenemez. Sonra, “laik” geçinen, “Türkçüyüm” diyen, hatta “Orta Doğu’nun en seküler hareketi” unvanı taşıyan siyasal çevrelere bile kendi normlarını belirli ölçülerde kabul ettirebilmiştir.

Bu bakımdan rahattır.

Ne var ki, dünyada “onurlu yalnızlığın” astarı yüzünden pahalıya gelmeye başladığının da farkındadır.

“Sihirbazın Çırağı” olarak ustasına öykünüp birtakım büyük işlere kalkışmış, ama ters gitmeye başlayan süreçleri durduracak sihirli sözcükleri unuttuğundan (bu sözleri bilmediğinden)  çaresiz kalmıştır.

Başka her şey bir yana, Türkiye kapitalizmi kendini ülkenin “onurlu yalnızlığıyla” sürdürebilecek durumda değildir.

Rejim şimdi çark etmenin yollarını aramaktadır.

Bulup bulamayacağı ayrı bir tartışmadır.

Şimdilik, “Kürt kartının” yeniden devreye sokulabileceğine işaret etmekle yetinelim.

***

Yukarıda söylenenler tartışılabilir.

Ama gündemde belki de hepsinden daha önemli bir başka sorun vardır.

“Sol”, yaşanan duruma rahatsız edici, hiç de hayırlı sayılamayacak tepkiler vermeye başlamıştır. Haziran’da sokaklara çıkan, bir dönem AKP’yi götürmeye kararlı görünen, ilerici, laik, sosyalizme açık genişçe bir kesimi kastediyoruz.

Bugün “lanet olsun”,   “bu ülkede yaşanmaz”, “bizim insanımız bu işte” gibi tepkiler vermeye başlamıştır.

Olmamalıdır.

Ülkesine ve insanına hiç değer vermeyen, bu topraklara ait ne varsa hepsine topyekûn bir reddiye ile yaklaşan tepkisellik hiçbir iş başaramaz, hiçbir yere varamaz.

Hadi diyelim 60’lı yılların “görkemli sol yükselişi”, 70’li yılların kıpır kıpır sol dinamiği hep gerilerde kaldı…

2013 Haziran’ı da mı?

Rejimin üç yıllık performansı hepsini buharlaştırıp üç yıl öncesinin insanlarını hepten yok mu etti? 

Ya bomba korkusu, can derdi vb. olsa bile bu insanların büyük bölümü ciddi, birleşik ve örgütlü bir güçle birlikte harekete geçmeye hazırsa?

Bir dönem “duvarları” vız geliyordu…

Şimdi başka “araçları” da öyle olmalıdır…