Ütopya, gerçekte var olmayan, gelecekte belki varolabilecek, olması istenen bir toplum, devlet veya siyaset tasarimi olarak adlandırılabilir; düşünsel bir kurgudur. Kökeni Yunanca olup, İngiliz yazar Thomas More aynı isimde bir kitap yazarak bu kavram ile bizi tanıştırmıştır. Ütopya, gerçekle tam olarak bağdaşmasa da geleceği kurmak icin ihtiyaç duyulur çünkü hayal etmek, olmayanı yaratmak için atılacak ilk adımdır aslında. Başka bir yaşamın, düzenin, toplumsal ilişkilerin hayalidir ütopyalar, en önemlisi de bir özlem içerir.
Bu kavramın karşısında, bir de distopya vardır. Distopya, ütopyanın karşıtı olan bir toplum düzendir, anti tezdir. Ütopya, mükemmeli hayal eder, kurgular ve özlem duyarken, distopya totaliter toplumu, korkuyu, baskiyi temsil eder. Distopik edebiyat içinde en ünlü olanları George Orwell'ın 1984 ve Aldous Huxley'in Cesur Yeni Dünya adlı romanlarıdır.
Ütopyalar adaletli, eşitlikçi, insanın insanı sömürmediği bir toplum düzenine kafa yorar ve bunun peşindedir. Siyasi mücadelede, günlük yaşamda, iş yaşamında “ütopik” olarak nitelenen çözümler zaman zaman küçültücü ifadelerle eleştirilebilir; çünkü yukarıdaki tarife göre hayal ürünü olduğu önyargısı vardır.
"Amma abarttın, ütopik sen de!" Küçültücü bir ifadedir.
Ütopyalar iyidir, fakat o kurguya ulaşmak icin yaşamın süregelen gerçeklerine göre hareket etmek de esastır. Ütopyayı gerçekleştirmek için önce onu bir ideolojiye, oradan da siyasete evirmek yerinde olur.
Örneğin; kapitalizm ve emperyalizm elbirliği içinde dünyayı daha distopik, baskıcı ve totaliter bir uçuruma sürüklerken, sosyalizm, zihinlerde oluşmuş ütopik bir hedefin yapı taşlarını döşemek için uğraşır; kapitalist üretim tarzının özelliklerini, hareket alanlarını, sınıfsal farklarını dikkate almadan daha adaletli bir toplum ortaya koyar.
Bugün dünyanın dört bir yanında anti-kapitalizm yükselirken, bu başkaldırının, uyanışın, isyanın sosyalizme yakınlaşmamasi düşündürücüdür. Bu durum belki de insanliğa, sanki kapitalizmin alternatifi olarak distopik, post-modern bir toplumun sunulması olabilir. Günümüzde bu distopik sunuş ve alternatiflerin ağır basması önemlidir, kafaları karıştıran da budur.
Distopya, acıların, savaşların, adaletsizliklerin yaşandiği, felaket sonrası gelen totaliter bir toplum düşüncesidir, kapitalizmi de bir felaket olarak konumlarsak, arkasından distopik bir dönemin gelmesi sunulması yanlış olmaz ama alternatifi gibi sunmak, kurtuluşu buna bağlamak son derece yanlıştır, kokutucudur ve sadece filmlerde romanlarda kalmasını dilemekten başka çare yoktur. İnsanlığın geleceğini karartan bir kurmacadir.
Örneğin içinde yasadığımız dönemdeki pandemi belasına ve aşı tartışmalarına bakalım. Sosyalist bir dünya düzeninde, bu felaketin tedavisi için “insanlık” tek ve mutlak bir aşı üretecek, bütün dünyaya bunu ücretsiz sunmak için seferber olacak, tabii ki bu aşı da ne bir kurumun, kişinin, devletin patenti altında, ne de mülkiyetinde olacaktır. Halbuki şu anda bütün kapitalist kurallar işlemekte, insanlığın birikimi olması gereken aşı arastırma, geliştirme ve üretimindeki süreçler, rekabet ve rant ile kirlenmekte, insanlığın topyekün kurtuluş hedefinin önünde durmaktadir. Sonuç olarak bütün bu rekabet kosulları içinde insanlık, üretilen binlerce düzmece haberin de desteği ile, üretilen aşılara kuşku ile bakacaktır uzun bir süre. Bu koşullarda bir sürü kirli kurmaca teoriyi besleyecektir.
Ütopya’nın gerçekleşmesi, büyük boyutlu bir iş birliği, kararlılık, mücadele, birikim, çaba ve ısrar gerektirir. Ütopyanın sonunda insanlık, toplum için aydınlık vardır, umut vardır.
Distopya ise bir grubun kendi kurtuluşu ve selameti için, başkalarını göz kırpmadan harcayacaği bir sistematiktir, despotiktir, zorlayıcıdır, tıpkı kapitalizm gibi.