Genel olarak, ama özellikle olağanüstü dönemlerde siyasal gündemi ve yelpazeyi “ortadakiler”, “tarafsızlar” değil, karşıt uçlar belirliyor. Çünkü, siyaset uzlaşmaz karşıtlıklar (antagonizma) üzerinden kuruluyor.
Tam bu noktada, önemli bir incelik var. Somut siyasal gelişmelere karşı çıkanların, karşıtlıklarını hangi tez ve argümanlara dayandırdıkları, kimi zaman sonuç belirleyici önemde oluyor. 14 yıldır bu toplumda hiç de küçümsenmeyecek bir genişliği ve de derinliği olan, “AKP karşıtı” toplumsallığın sorunu tam da bu noktadadır. Somutlaştırmaya ve sadeleştirmeye çalışırsak, birincisi, 14 yıldır bu ülkede mücadele ya da tartışmanın yalnız gündemini, çerçevesini değil, içeriğini de AKP/Erdoğan belirliyor. İkincisi, AKP karşıtlarının siyasal darbe ve dayatmalara karşı çıkış gerekçeleri, çoğu kez karşı çıkmak adına dayatılan ekseni, dili kabul anlamına geliyor. Üçüncüsü, Erdoğan seçtiği “ana düşman” ya da hedefe göre her seferinde yeni ittifaklar kurarken, karşıtları ortak mücadele için birbirinin değerini ve siyasal yaratıcılık bilmeyen bir sekterlik içinde davranıyor.
***
10 Aralık 1852, 1848 Avrupa Devrimi sonrasında Fransa’da Louis Bonapart’ın darbe yaptığı tarihtir. Tarihin rastlantısı işte, geçtiğimiz 10 Aralık, Türkiye’deki tek adam devleti yönünde son adımların atıldığı bir gün oldu. O gün, AKP ve MHP yeni anayasa taslağını açıkladılar. Beşiktaş’ta bombalar patladı ve çoğu polis 40’a yakın yurttaş yaşamını yitirdi. Aynı gün, eğer patlama olmasaydı, gündemin önlerinde yer alacak bir “olay” daha yaşandı. Star gazetesinin düzenlediği “2016 Necip Fazıl Ödülleri” toplantısına Erdoğan da katılıp bir konuşma yaptı.
Bu üç olayı yan yana dizip, komplo teorisi inşa edecek değilim. Komplolar hep vardır. O kadar ki, yalnızca büyük komplolar üzerinden bir dünya tarihi yazılabilir. Ayrıca, gizli servis faaliyetlerinin “küreselleştiği”, sabotaj, suikast ve darbenin dağıtıcı bir siyaset yöntemi olarak kullanıldığı, kimin elinin kimin cebinde olmadığı bir dönemde her şey olabilir. Kimin nerede ne kararlar aldığını, uygulamayı kime yaptırdığını bilemiyoruz. Bilemediğimiz şeyler üzerine akıl yürütmüyoruz. Ama olaylar arasındaki siyasal bağı görüyoruz.
Bir: 10 Aralık bombalaması, Erdoğan için Allah’ın ikinci lütfudur. Dün sosyal medyada, 10 Aralık katliamının 7 Haziran 2015’ten bu yana gerçekleştirilen 23. bombalı eylem olduğunu okudum. A haber kanalında bir yorumcunun “başkanlık olunca böyle patlamalar olmayacak” dediğini kulaklarımla duydum. Tek adam devletine gidişte darbelerin ve bombaların çok önemli işlev gördüğü açık. Darbe ve bombaların yarattığı terör, büyük, toplumsal bir korku, güçlüye biat duygusu yaratıyor. Korku ve panik, insan aklının sağlıklı, ölçülü düşünme yetisini yok ediyor. PKK, TAK kim yapmış olursa olsun, bu son katliamın tek adam devleti yolundaki finişe altın değerinde bir destek verdiği açıktır.
İki: AKP ve MHP imzalı taslak, hukuk norm ve kavramlarıyla tartışılacak, yeri ve anlamı Anayasa’larda, anayasa hukukunda aranacak bir metin değil. Bu taslağın ne olduğunu, yazmadıklarını da anlamak isteyenlere, Erdoğan’ın “üstat” dediği, düşünsel önderi saydığı Necip Fazıl Kısakürek’in yazdığı “Başyücelik Devleti” yazısını okumalarını öneririm. Fatih Yaşlı’nın , Yordam Kitap’tan geçtiğimiz ay çıkan Türkçü Faşizmden “Türk-İslam Ülküsüne” kitabında var.
***
“OHAL koşullarında anayasa yapılamaz”, “mademki Türkiye başkanlık tartışmasına girdi, karşı çıkanlar da kendi anayasa taslaklarını ortaya koysunlar”, “referanduma giderken biz de kendi anayasa taslağımızı üretip propagandasını yapalım” ya da yukarıda sayılanlardan çok daha fazla ciddiye alınması gereken, ama aynı çizgideki “HDP eşbaşkanları, milletvekilleri tutukluyken, belediye başkanlıkları kayyumdayken…” diye başlayan cümleler…Bu argümanların her birinin bir fiskelik canı var. Referandum sırasında OHAL’i kaldırmaları çok mu zor? Aynı süreçte HDP’li vekiller serbest bırakılsa ne olacak? Onlar dışarıdayken Türkiye’de bir toplum sözleşmesi yapmaya uygun koşullar, hukuk filan mı vardı?
Zarlar hileli, silahlar eşitsizdir.
Terör ve şiddet şantajıyla toplumu taslağa razı etmeye çalışıyorlar.
İki adamın buyruğundaki konu mankenlerinin el kaldırmasıyla yeni ve “darbe anayasası olmayan” bir anayasa yapılamaz. Biçimsel bütün koşulları yerine getirseler, 330’u bulsalar, referandumda yüzde 51’e ulaşsalar da Türkiye bu “başyüce”lik hayalini geri çevirecektir.
Naçizane uyarımdır: Bu taslağı asla tartışmayalım. Ne yazdığıyla hiç ilgilenmeyelim. Alternatif anayasalar filan hazırlamaya kalkışmayalım. Gün o gün değildir.
Gün, bu resmi diktatörlük taslağına usulden, esastan ve toptan hayır deme, bu toptancılıkla geçmemesi için çalışma, biçimsel olarak geçecek olması halinde de en erken zamanda çöpe atmak için elimizden geleni yapacağımızı ilan etme günüdür.