Uğur Böceği, insanın içine işliyor ama neler işliyor?

Yarı-bağımsız Amerikan yapımı gençlik filmi Uğur Böceği’nin (Lady Bird, 2017) bu hafta gösterime girmesiyle birlikte önümüzdeki hafta gösterime girmesi planan Phantom Thread (2017) dışında bu yılın En İyi Film dalındaki Oscar adaylarının tamamı ülkemizde de gösterime girmiş oldular; zaten Phantom Thread de geçen ay !f Istanbul Bağımsız Filmler Festivali bünyesinde seyirci karşısına çıkmıştı. Oscar esasen Hollywood’un en büyük tanıtım, ticari promosyon mecrası olarak işlev göregelmiştir 90 yıldan beri. Geceyarısı Kovboyu’nun (Midnight Cowboy, 1969) En İyi Film Oscar’ını kazanmasının ardından 1970’ler boyunca bir dizi dişe dokunur filmin ardı ardına ödüllendirildiği bir dönemi saymazsak Oscar’ın sinema sanatı açısından ciddiye alınacak bir yönü yok. Hatta “tam Oscarlık bir performans”, “tam Oscarlık bir film” ve benzeri kalıplar yarı-alaycı tonlamalarla kullanılır. Ancak geçen yıl bağımsız bir yapım olan Ay Işığı’nın (Moonlight, 2016); önceki yıl da Hollywood şaşaasından uzak, sade bir sinema diline sahip Spotlight’ın (2015) En İyi Film Oscarlarını kazanmaları Oscar’a dair bu genel kabule uymayan tercihleriydi ödül sahiplerini belirleyen Amerikan Film Akademisi’nin. Ödül töreni Pazar gecesi yapılacak olan bu yılki Oscarlar’ın favori adayları arasında ise pek sıradışı bir film yok En İyi Film dalında.

Öte yandan Uğur Böceği bir özelliği ile Oscar tarihinin nadir filmlerinden: Bu film ile En İyi Yönetmen dalında adaylık elde eden Greta Gerwig, Oscar’ın 90 yıllık tarihinde aday gösterilen yalnızca beş kadın yönetmenden biri oldu!, üstelik henüz 35 yaşındayken ve kendi başına yönettiği ilk filmiyle (Gerwig’in daha önce bir başka –erkek- yönetmenle birlikte çektiği bir filmi daha var filmografisinde). Gerwig aslen oyuncu kökenli bir sinemacı, adını özellikle hayatta kendi yolunu kendi başına arayan bir genç kadını canlandırdığı ve senaryosunu yönetmen Noah Baumbach ile ortaklaşa yazdığı Frances Ha (2012) ile duyurmuştu. Gerwig Uğur Böceği’nde ise senaryoyu tek başına yazıp yönetmen koltuğuna da bizzat kendisi oturmakla birlikte kamera önüne geçmemiş, başrolde Kefaret (Atonement, 2007) ile anımsanan Saoirse Ronan var.

Uğur Böceği, kendisine filme adını da veren lakabı uygun gören bir genç kadının lise son sınıfta mezuniyet arifesindeki günlerini perdeye getiren yer yer eğlenceli ve güldüren, yer yer hüzün veren bir film. Kültürel olarak çorak bir kasabada sıkışıp kalmamak için kozmopolit büyük kentlerdeki üniversitelerden birine kabul edilme hayali kuran, bu arada tam da bu dönemde aşık olup cinsellik içeren ilk ilişkisini yaşayan, kendisine bir türlü sevgi ve şefkat göstermeyen annesinden bunalmış genç bir kadın portresi Uğur Böceği’nde başarılı bir şekilde perdeye geliyor. Öte yandan filmin konusu 2000’lerin başında geçse ve ABD’nin Irak’a saldırısı televizyon haberleri, vb üzerinden gündeme gelse de Uğur Böceği’nin bu haberleri ilgisiz biçimde televizyondan seyretmesine tanık oluyoruz yalnızca; filmde siyasal bilinç ve duyarlılığa sahip görünen, daha doğrusu kendisini öyle lanse etmeye özen gösteren karakter ise filmdeki en olumsuz tipleme, tam bir “entel takılmaya çalışan ama gerçek insan ilişkilerinde duyarsız” özenti genç karikatürizasyonu. Yani filmde izleyicinin özdeşleşme odağı olan baş karakterin dünyada olup bitene ilgisizliği ile süreç içinde bu karakterin ve onun bakışı üzerinden izleyicinin nefret odağı olma konumundaki karakterin siyasal/toplumsal ‘duyar kasan’ bir tip oluşunun karşılıklı temsilleri dikkat çekici. Üstelik bu arada Uğur Böceği’nin, yineleyerek vurgulayacak olursam izleyicinin özdeşleşme odağının, üniversitelerin etnik azınlıklara pozitif ayrımcılık yaptığını ima edip örtük ırkçı bir beyanda bulunması da cabası. Uzun lafın kısası, Uğur Böceği hem sevimli, hem dokunaklı, “insanın içine işleyen” bir film olmakla birlikte izleyicinin içine işledikleri açısından biraz da rahatsız edici addedilmesi gereken, yani tam Oscarlık bir film.