Üçüncü İttifak: Ne, neden, niçin, nasıl, kimlerle - 1
TİP açısından “Üçüncü İttifak” tartışması, Türkiye'nin kurtuluşuna olduğu gibi yeniden kuruluşuna da halkçı bir damga vurmanın yolunu aramaktadır.
Yazı dizimizin temel amacı, Türkiye İşçi Partisi'nin bir süre önce çeşitli önerilerle birlikte ve tartışılması amacıyla kamuoyuna sunduğu tutum belgesindeki yaklaşımımızı daha açık ve derli toplu biçimde ifade etmek. Haftalardır gerek halk toplantıları, gerekse siyasi partiler, kitle örgütleri ve sendikalarla yaptığımız görüşmelerde ayrıntılandırmaya, geliştirmeye çalıştığımız yaklaşımımızla ilgili muhatap kaldığımız sorulara yanıtlar vermeyi ve sağlıklı bir tartışmayı sürdürmeyi amaçlıyoruz.
Bu nedenle, haftalardır hem halk buluşmalarında hem de çok sayıda kurumla yaptığımız görüşmede ifade ettiğimiz yaklaşımımızı bütün açıklığıyla bir kez de yazılı olarak paylaşmayı bir ihtiyaç olarak gördük.
İlk bölümünü sunduğumuz bu yazı dizisinde hem TİP'in içinden geçtiğimiz siyasal-toplumsal sürece dair değerlendirmelerini hem de yaklaşan seçim süreci de dahil olmak üzere önümüzdeki mücadele evresine dair önerilerini özetlemeye çalışacağız.
Buradaki değerlendirme ve öneriler tartışmayı genişletmeyi hedefliyor. Zira, Türkiye İşçi Partisi'nin ne ¨tek doğru bizimdir” gibi tekçi bir yaklaşımı ne de bu önemli siyasi kavşakta söylenenlere kulağını kapatma ve tartışmada yer almama lüksü vardır.[1]
BAŞLANGIÇ NOTLARI
Ülkemizin içinden geçmekte olduğu sürecin ne kadar önemli olduğunu tekrarlamaya gerek yok; bu türden saptamalar hem geçmişte de defalarca yapıldı hem de halihazırda genel kabul görmüş durumda.
Ancak TİP'in mevcut sürece bakışındaki ayırt edici bir konunun da altını çizme ihtiyacı duyuyoruz: TİP, mevcut süreçte sadece AKP-MHP iktidarının, Saray Rejimi'nin yıkılışını mümkün görmekle kalmayıp, aynı zamanda sol/sosyalist hareketin niteliksel bir sıçrama yaparak toplumsal bir aktör haline gelmesinin olanaklarının belirdiğini düşünüyor.
Haliyle, Türkiye'de siyasetin iki kutba sıkışmışlığını aşmamıza yarayacak güçlü bir seçeneğin yaratılması, halkın sözünü etkin biçimde siyaset sahnesine taşıyacak kitlesel bir odağın inşası ve elbette seçim sürecini de “mecburiyetlerin” ötesine taşıyacak bir Üçüncü İttifak'ın nasıl hayata geçirileceği tartışma gündemlerimizin baş sıralarında yer alıyor. Bu tartışmanın yayıldığını görüyor ve dostlarımızın, emekçilerin, gençlerin, kadınların, direnen tüm toplum kesimlerinden yurttaşlarımızın tartışmaya katkı koyduğunu gördükçe de mutlu oluyoruz.
Bu mutluluk bizim kendi rutin faaliyetlerimize de heves veren bir enerjiye dönüşüyor hatta. Bu heyecanımızı paylaşmak için ¨Bir Yol Var” sloganıyla yaklaşık 1,5 ay önce yollara düştük, örneğin. Bir süredir il il, ilçe ilçe ülkeyi dolaşıp halk toplantıları yapıyor; sendikaları, meslek odalarını ve demokratik kitle örgütlerini ziyaret ediyoruz. Memleketi içine düştüğü karanlık çukurdan hep birlikte nasıl çıkaracağımızın yollarını konuşuyor, karşılıklı önerilerle ortak mücadele zeminlerini güçlendiriyor, halkın gerçek sorunlarına derman olacak bir seçeneğin yaratılması için adımlar atıyoruz.
Özetle, Türkiye tarihinin en kritik sürecine girerken etkin bir halk muhalefetini örgütlemeye çalışıyor, bunu yaparken de eş zamanlı olarak yaklaşan seçimlere hazırlanıyoruz.
TİP'in seçim konusundaki tutumunu biraz erkence tartışmaya açtığını düşünenler olabilir. Ancak, Türkiye'nin geleceğini şekillendirecek bir seçimi sayılı günler kala tartışmak yerine, ilkelerde ortaklaştığımız/ortaklaşmayı hedeflediğimiz herkesle şimdiden gözlem ve değerlendirmelerimizi paylaşmayı, dostlarımızın değerlendirmelerini zaman yitirmeden dinlemeyi daha doğru buluyoruz.
Tam bu noktada önemli olduğunu düşündüğümüz iki konuya değinmek isteriz.
Birincisi, hayatın her alanında elinden geldiğince mücadele eden sol/sosyalist ve demokratik güçler olarak seçim süreçlerini yeterince ciddiye almadığımızı, uzun mücadele yılları boyunca yaratılan birikimi mevziler inşa ederek kalıcılaştıramadığımızı ve sonuç olarak yeniden ve yeniden aynı döngünün içinde tur attığımızı söylemek zorundayız. TİP, bu kısır döngüye bir kez daha düşmemekte ve sokaktaki direncini meclisle, meclisteki kavgasını sokakla bütünleştirmekte, halk adına, emekçiler adına kazandığı ne kadar mevzi varsa hepsini koruyup geliştirmekte kararlıdır.
İkincisi, TİP kuruluşundan itibaren taviz vermeden şeffaflık ilkesine sahip çıkmaktadır. Bugüne kadar ve bundan sonra da yürüttüğümüz tüm tartışmaları ve geliştirdiğimiz önerileri, dar toplantılara sıkıştırmak istemiyoruz. Siyasetin ve mücadelenin öznesi olarak gördüğümüz halkla birlikte tartışmaya, mümkün olduğunca geniş kesimlerle birlikte tartışarak şeffaf biçimde yol almaya devam edeceğiz.
Bu ilkeler etrafında Saray Rejimi'nin suçlarına bulaşmamış, onun suç ortağı olmamış herkesle samimiyet ve şeffaflık ilkelerine bağlı kalmak koşuluyla tartışabilmek istiyoruz.
NE GÖRÜYORUZ?
Türkiye, Erdoğan iktidarının devam etmesi ve halk üzerinde kurulan tahakkümün daha da sertleşmesi gibi kabus senaryolarına da tanık olabilir. Bu ihtimali yok saymak doğru olmaz; ancak bir olgunun da altını kalınca çizmek gerekir: Bir süredir siyasetin ritmini ve yönünü belirleyen Saray ve Erdoğan olmaktan çıkmıştır; meşhur deyimle, Erdoğan’ın “gündem belirleme” becerisi ciddi oranda zayıflamıştır. Buna karşılık ana muhalefet başta olmak üzere direnen toplumsal güçlerin etkinliği ve belirleyiciliği yükselmiştir.
Tablo böyleyken, Erdoğan iktidarının devam etmesi, evet, mümkündür; ancak yalnızca muhalefetin ciddi hatalar yapması koşuluyla…
Gördüğümüz ve hata olarak değerlendirdiğimiz bazı örnekleri açıkça söyleyelim.
Örneğin, “ilk seçimde gidecekler” ya da “kaybetseler de gitmezler” gibi esasında birbirinin zıttı gibi görünen ama aynı sonuca hizmet eden söylemlerin dile getirilmesinin ne Saray Rejimi’nin yıkılışına ne de toplumsal güçlerin bir araya gelişine olumlu etkisi vardır. Aksine, bu tür söylemler, ya halkı etkin bir mücadeleden uzak tutup rehavet içindeki pasif bir izleyici olmaya sevk etmekte ya da iktidarın tek kozu olan sindirme ve korkutma tekniklerine hizmet etmekte, her iki seçenekte de özünde Saray iktidarının ömrünü uzatmaktadır.
Evet, iktidar her zaman daha da saldırganlaşabilir. Ancak, muhalefet kazanmaya odaklanıp halkı bu mücadelenin etkin bir öznesi yapabildiğinde bu vahim ihtimallerin önüne geçilmesi mümkündür. Tam da bu yüzden “AKP ne yapar?” sorusundan çok “biz ne yapmalıyız, nasıl başarabiliriz?” ve “AKP sonrası Türkiye'yi nasıl şekillendirebiliriz?” sorularına yanıt aramamız gerekiyor.
Nitekim, düzenin mevcut sınırları içindeki kutuplaşmaya indirgenmeyen bir mücadele kurgusunun, bu yazıdaki adıyla bir ¨Üçüncü İttifak”ın gerekliliği ve olanakları hakkında düşünmeye başlamamız için en uygun yer de bu sorularla etrafı çizilen çerçevenin ta kendisidir.
AKP GİDERKEN...
TİP olarak yayınladığımız tutum belgesinde de kamuoyuna yönelik açıklamalarımızda da son haftalarda sık sık tekrarladığımız bir sözü hatırlatarak başlayalım: Kurtuluş ve Kuruluş.
TİP'in Kurtuluş ve Kuruluş sözcükleriyle ifade etmeye çalıştığı yaklaşım bir yanıyla oldukça yalındır: Saray Rejimi'ni yıkmak, sadece Erdoğan’ın ya da AKP-MHP ittifakının iktidardan inmesiyle sınırlı kaldığı sürece halkın belki geçici bir rahatlamasına yol açacaktır, ama bu şekilde içinde boğulmakta olduğumuz sorunların hiçbirine gerçek bir çözüm yaratılmamış olacaktır. Çünkü Saray Rejimi'nin yıkılması, ancak yeni bir Türkiye'nin inşası ile birlikte mümkündür. Bu açıdan, Saray Rejimi'nden, Erdoğan’ın tek adam iktidarından, AKP-MHP ittifakından kurtulmak, halkımızın gerçek sorunlarına derman olmayı hedefleyen bir yeniden kuruluş perspektifini zorunlu kılmaktadır.
Bu saptamamızın toplumsal muhalefetin tüm aktörlerinde, mesela “ana muhalefet” güçlerinde karşılık bulmayacağının farkındayız elbette; ana muhalefetin çizdiği profile baktığımızda bir hükümet değişikliğiyle ve rejimin yapısında gerçekleştirilecek ılımlı düzenlemelerle yetinileceğini, benzetme uygun düşerse kısmi bir “kurtuluş” evresiyle sınırlı kalınacağını görebiliyoruz.
Bu hedefi küçümsemediğimizi, sadece Erdoğan’ın tek adam rejimine son verilmesini bile halkımızın geleceği için oldukça önemli bir kazanım saydığımızı ve bunun olabilmesi için üzerimize düşen sorumluluklardan kaçmayacağımızı ifade etmemiz gerekiyor.
Ancak, gerekçesi ne olursa olsun bu sınırlı hedefle yetinemeyeceğimizin, hükümet değişikliğinin ötesinde köklü bir rejim değişikliği için de çaba harcayacağımızın, aynı benzetmeyle söylersek “kurtuluş” evresini “kuruluş” evresinin takip etmesi için etkin bir mücadele içerisinde olacağımızın da bilinmesi gerekir.
Özetlediğimiz bu yaklaşımın gözden kaçmaması gereken bir boyutu var: Bir yeniden kuruluş hedefini başarıyla hayata geçirebilmek için, daha kurtuluş evresinde gerekli gücün ve mevzilerin yaratılması zorunludur.
TİP, “hele bir mevcut iktidardan kurtulalım” yerine, “mevcut iktidardan kurtulma evresinde yeniden kuruluş mücadelesinin toplumsal gücünü yaratalım” demektedir. Dolayısıyla, kuruluş perspektifinin önceliği tam da şimdi, bugün, AKP-MHP ittifakının tarihsel bir yenilgiye doğru gittiği bu süreçte inisiyatif almayı gerekli kılmaktadır.
KURTULUŞ VE KURULUŞ İÇİN
Daha önce de belirttiğimiz gibi, AKP iktidarı, eğer muhalefet güçleri büyük hatalar yapmazsa bir yıkılışa doğru gidiyor. Ancak ne bu yıkılış şimdiden garanti sayılabilir ne de geniş halk kesimleri “yerine kim gelirse gelsin” çaresizliğine, seçeneksizliğine mahkum bırakılabilir.
Kimdir bu geniş halk kesimleri?
Her gün yaşamları daha da ağırlaşan emekçiler, bu ülkenin işçileri, mühendisleri, doktorları, öğretmenleri; son yıllarda iktidara karşı kararlı duruşlarıyla öne çıkan kadınlar; kısa ömürleri AKP tarafından cehenneme çevrilmiş olan gençler, öğrenciler; yıllardır eşit yurttaşlık hakları olmadan yaşamaya mahkum edilen Kürtler ve Aleviler; Türkiye'nin dört bir yanında iktidarın doğa düşmanı hamlelerinin karşısına dikilen çevreciler, köylüler; AKP'nin en alçakça saldırılarla hedef gösterip yok etmeye çalıştığı LGBTİ+lar, engelli yurttaşlarımız…
Bu liste daha uzatılabilir; ancak açık olan gerçek şudur: Ülkemizin AKP karşısındaki direncinin gerçek sahipleri olan bu halk kesimlerinin, düzenin kurallarıyla sınırlanmış dar çerçevesine sığması imkansızdır. Örneğin, Millet İttifakı toplumun oylarını almaya aday olmasına adaydır, fakat topluma, halka, yıllardır bu karanlık saldıralara direnen yurttaşlarımıza etkin bir rol vermeyi, onları sürücü koltuğuna oturtmayı tercih etmeyeceğini belli etmiştir.
“Üçüncü İttifak”, Türkiye toplumunun temsil edilmeyen, sesi ve sözü sahiplenilmeyen, varlığı ve etkinliği göz ardı edilen bu kesimlerinin özneleşmesinin aracıdır.
Böylesi bir özneleşme imkanının yaratılması, sadece Millet İttifakı’nın dar sınırlarından azat olmaya değil, Saray Rejimi'nin yıkılışını kalıcılaştırmaya, kurtuluş evresini kuruluş evresinin takip etmesine de hizmet edecektir.
Çünkü sol/sosyalist perspektifin alameti farikası halkın kendi çıkarlarını kendisinin savunması, siyasetin temsil mekanizmalarının yalınlaşması, halkın kendi kendisini yönetmesidir; bir başka ifadeyle, siyasette profesyonellerin değil halkın özneleşmesidir.
Haliyle, taşıdığı adı hak edecek bir sol/sosyalist hareketin önceliği, halkın özneleşmesinin pratik araçlarını yaratmaktır: Üçüncü İttifak, tam da bu özneleşme perspektifinin güncel karşılığıdır.
Bugünkü manzaraya baktığımızda, en geniş muhalefet cephesinin iki aktörlü bir yapıya kavuşacağı görülüyor: Millet İttifakı ve Üçüncü İttifak. Bu iki ittifak bloku arasında temelde ve ayrıntılarda birçok görüş farklılığının ve uzlaşmaz çelişkinin bulunduğu da sır değil. Bununla birlikte, parlamento seçimlerinde farklı tutumlar geliştirecek bu blokların cumhurbaşkanlığı seçiminde Türkiye toplumunun tüm kesimlerini temsil edecek ve temel ilkeleri belirlenmiş bir “geçiş süreci”ni yürütmeyi taahhüt edecek bir aday üzerinde anlaşması hem mümkün hem de doğru olan seçenektir.
TİP olarak bu çerçevede ve kimlikte bir adayı desteklemekten kaçınmayacağımızı, Erdoğan’ın Saray’ından indirilmesi için üzerimize düşen sorumluluktan kaçmayacağımızı ifade ediyoruz.
Ancak, bir kez daha belirtmek gerekirse, bununla da yetinmiyoruz.
Mevcut seçim sisteminin ve Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi denen ucube modelin dayattığı zorunluluklar cumhurbaşkanlığı seçimi konusunda gerçekçi seçenekleri azaltıyor olsa da, parlamento seçimi konusunda sol-sosyalist ve demokratik güçlerin hareket alanını hayli genişletiyor. Dolayısıyla, cumhurbaşkanlığı seçimi konusundaki yaklaşımımız, parlamento seçimi konusunda başka bir yaklaşım geliştirmeyeceğimiz anlamına gelmiyor.
TİP açısından Üçüncü İttifak, tam da bu imkanları halkın çıkarları doğrultusunda değerlendirerek parlamento seçimi konusunda bağımsız bir tavır geliştirmeyi önüne koymalıdır. Parlamento seçimine sol/sosyalist güçlerin ittifakı halinde girmek ve sonuçta parlamentoda Türkiye'nin toplumsal mücadele dinamiklerinin sözcülerinden, temsilcilerinden, militanlarından oluşan sol/sosyalist bir grup kurmak hiç de imkansız değildir.
Tam da bu noktada şunu hatırlatmak ve bu hatırlatma aracılığıyla önerdiğimiz yaklaşımın ne kadar ciddi bir imkan anlamına geldiğini göstermek istiyoruz: AKP-MHP ittifakının yenilgisinin ve Millet İttifakı’nın hükümet olmasının beklendiği bu seçim sürecinin ertesinde, parlamentoda bir grup kurmayı başaran sol/sosyalist güçler, esasında aynı anda ülkenin tek ve gerçek ana muhalefet gücü olmuş olacaklardır. Böylesi bir ana muhalefet gücü, bir yandan yeni hükümetin halkın çıkarlarını gözetmeyen politikalarına karşı etkin bir mücadele çizgisini temsil edecek, bir yandan da Türkiye’nin yeniden kuruluşu perspektifini geniş halk kesimlerini arkasına alarak hayata geçirmek için çaba harcayacaktır. Ve kuşkusuz, daha ötesi, ülkemizin eşitlik, özgürlük ve kardeşlik ideallerine kavuşması, sömürüden ve baskıdan kurtulması için yürüttüğümüz asırlık kavganın büyümesine, güçlenmesine hizmet edecektir.
Özetle, sadece AKP ile mücadele evresinde değil, AKP sonrası Türkiye'de de esas olarak emekçileri, yoksulları, işsizleri, engelli yurttaşları, gençleri, öğrencileri, LGBTİ+ yurttaşları, Kürtleri, Alevileri, hakkı ve hukuku ayaklar altına alınan tüm toplum kesimlerini temsil edeceksek; zaten halihazırda sokaklarda, iş yerlerinde, okullarda sürdürdüğümüz bu haklı mücadeleyi aynı zamanda siyaset alanında da güçlü bir kulvar haline getireceksek önümüzdeki süreçte bir Üçüncü İttifak'ta bir araya gelmemiz, halka gerçek bir seçenek sunmamız ve mücadeleyi bir adım ileriye taşıyacak mevzileri kazanmamız bir zorunluluktur.
Bugünkü Üçüncü İttifak tartışması, önümüzdeki seçimle ve olası parlamento bileşimiyle sınırlı tutulamaz. Tartıştığımız şey, Türkiye'nin önündeki yirmi-otuz yılı kazanmasının yollarıdır aslında.
Geçmiş yirmi yılda halka düşmanlıkta yarışan ve hepimize kan kusturan bir rejimin, onun çeşitli cemaatler, tarikatlar ve vakıflar halinde örgütlenmiş çetelerinin, AKP sonrasında da iktidarın nimetlerinden faydalanmak için şimdiden Millet İttifakı içine yerleşmeye başlayan suç şebekelerinin önünün tamamen kesilmesi, bugüne değin işledikleri tüm suçlar nedeniyle yargılanmaları ve Türkiye toplumunun başına bir daha böyle belalar sarılmaması için halkın gerçek seçeneğinin oluşturulması ve özneleşmesi gerekiyor.
TİP açısından “Üçüncü İttifak” tartışması sadece AKP'yi iktidardan indirmeyi değil, ülkemizin tepesine çöreklenmiş her türlü yağmacı çete ve şebekeyi kesin olarak ortadan kaldırmayı hedeflemektedir.
TİP açısından “Üçüncü İttifak” tartışması, AKP-MHP ittifakının kirli ellerinden kurtarılacak ülkemizin geleceğinin hiçbir gücün keyfine bırakılmaması için gerekli hazırlıkları ve mevzileri tamamlamaya çalışmaktadır.
TİP açısından “Üçüncü İttifak” tartışması, Türkiye'nin kurtuluşuna olduğu gibi yeniden kuruluşuna da halkçı bir damga vurmanın yolunu aramaktadır.
Son bir sözle yazı dizisinin bu ilk bölümünü tamamlayalım: Türkiye siyasetinin solunda yeni bir ağırlık merkezi yaratabilmek ve halkçı, gerçek bir seçeneği toplumun bütün alanlarında yaşatabilmek için heba edilmemesi gereken önemli fırsatlarla karşı karşıyayız.
TİP açısından “Üçüncü İttifak” tartışması bu imkanların en yaratıcı ve akılcı biçimde değerlendirilmesi için sürdürülen bir çabadır.
***
Perşembe: İki seçim, iki taktik
Cumartesi: Kimlerle, nasıl bir ittifak?
[1] Bu vesileyle geçtiğimiz hafta çeşitli basın yayın organlarında gördüğümüz ve yandaş basın tarafından “terör yandaşları ve sol üçüncü ittifak için birleşiyor” gibi provakatif başlıklarla verilen haberlere dair bir çift söz etmemiz gerekiyor. Yandaş basındaki bu tür provokatif haberler bir korkuyu yansıtıyor, bu net. Bununla birlikte, çarpıtmalara vesile olan, kamuoyuna dağınık biçimde yansımış ve muhataplarına teyid ettirilmemiş duyumların özensiz biçimde derlemesinden oluşan spekülatif haberlerin de gerçeği yansıtmadığı gibi sadece iktidar çevreleri için çarpıtmalara zemin hazırladığının farkında olunması gerektiğini eklemek isterim.
Bizim açımızdan ise masa başında hazırlanan bu ¨sözde haberler” önemsiz, ama “Üçüncü İttifak”a duyulan ihtiyaç önemli; hele bu doğrultuda sürdürülen çabalar ise çok önemli…