Referandumla tescil edilmiştir: Bu ülkede Cumhuriyet üzerine titreyen, bu başlıkla “sağlam duran” geniş bir kesim vardır.
“Ne iyi işte” deyip geçmiyoruz; referandumda “Hayır” diyen yüzde 49’luk kesimin kendi içinde türdeş olmadığını da biliyoruz. Ancak, daha önce de yazmıştık, AKP’nin ve MHP’nin “fireleri” düşüldüğünde geriye hiç de küçümsenemeyecek yaklaşık bir yüzde 40 kalmaktadır.
Bu yüzde 40 içinde, sosyalistlerin ve Kürtlerin dışında ana gövdeyi kendilerini “Cumhuriyetçi”, “laik”, “aydınlanmacı”, “ilerici” ve “Kemalist” olarak tanımlayanların oluşturduğu da sanırız kabul edilecektir.
Bu kesimin tarihsel açıdan ilginç denebilecek bir “müziksel serüveni” vardır.
Süreç “Onuncu Yıl Marşı” ile başlamıştır.
“Kuruluş dönemi” marşıdır. 1930’lu yılların ulus devlet inşa çabalarını simgeler. “Milliyetçi” ya da “ırkçı” bulanlar vardır; ancak özü, yıllarca itilip kakılmış bir halka özgüven aşılamaya, bir gelecek umudu vermeye yöneliktir.
Dahası, “Onuncu Yıl Marşı”, Cumhuriyet’in devletlû, kodaman kesimi ile genel anlamda halk arasında bir kaynaşmayı ifade etsin istenmiştir.
Daha sonralara da sarkmıştır.
Cumhuriyet’in son devletlûlarından Süleyman Demirel, Cumhurbaşkanlığı döneminde, “irtica hortladı mı?” endişelerinin yaygın olduğu sıralarda katıldığı bir toplantıda çalınan Onuncu Yıl Marşına herkesin kalkıp eşlik etmesi üzerine “İşte Türkiye budur” demiştir.
Ama biraz daha gerilere gidilmesi gerekiyor.
***
Cumhuriyetçi, ilerici kesimin tarihsel serüveninde ikinci önemli marş ise “Plevne Marşı” olarak bilinen marşın uyarlanmış versiyonu olmuştur. 1950’li yılların sonunda Demokrat Parti zulmüne karşı dikilenler, “Olur mu böyle olur mu/Kardeş kardeşi vurur mu” demişlerdir. Bu marşla birlikte Cumhuriyet’in devletlû kesimindeki ayrışma da bilince çıkmıştır. Çünkü “Kardeş kardeşi vurur mu?” sorusunun muhatapları arasında zamanında Onuncu Yıl Marşını söylemiş olanlar da vardır.
Cumhuriyet’in devletlû kesimi bölünmüş, kimileri diktatörlüğe yönelmiştir: “Kahrolası diktatörler, bu dünya size kalır mı?”
“Plevne Marşına” hemen ardından “Başka bir aşk istemez” (Mülkiye) ve “Yıldırımlar yaratan bir ırkın ahfadıyız” (Harbiye) marşları eşlik etmiştir. Ne var ki “Tıbbiye Marşı” olmadığından (varsa da hiç popüler olmadığından) ünlü mülkiye-tıbbiye-harbiye teslisi (üçlemesi) gerçekleşememiştir.
Bir yanda ayrışmalar giderek netleşirken diğer yanda bu marşların devletlû sahiplenicileri ile “halktan” kesimler arasındaki gönül bağının tam kopmadığı dönemlerdir.
***
Tarihsel serüvenin son dönemine ise “İzmir Marşı” damgasını vurmuştur.
“Kuruluşu” önceleyen, “kurtuluş” döneminin marşıdır. Onuncu Yıl, Plevne, Mülkiye ve Harbiye marşlarından farklı olarak devletlû ağızlardan pek duyulmamaktadır; konser salonlarından çıkıp sokaklara, meydanlara ve spor alanlarına yayılmaktadır.
Kuruluş dönemi marşından kurtuluş dönemi marşına dönülmesi “tarihsel gerileme” sayılmamalıdır. “Kurulu” varsayılanın tehdit altında olduğunu, hatta yıkıldığını görenlerin yeni bir kurtuluş arayışı olarak değerlendirilmelidir.
Önemli olan, gerçekleştiğinde, kurtuluşu nasıl bir (yeniden) kuruluşun izleyeceğidir.
Bu arada Cumhuriyetçi kesim içinde devletlû konumlara özenenler olduğu unutulmamalıdır. Marşsa, İzmir Marşını değil Onuncu Yıl Marşını, Mustafa Kemal’se at üstündekini, cephedekini ve siperdekini değil Mareşal üniformalısını ve Meclisteki fraklı halini tercih edecekleri kesin gibidir.
Ne Onuncu Yıl Marşını ne de fraklı Mustafa Kemal’i küçümsüyor, yok sayıyoruz.
Sadece, “Biz bunları siliyoruz” diyenlere “İlle de bunlar” diye karşı durulamayacağını anlatmaya çalışıyoruz.
O kadar…