Üç çizgi ve hakikat sonrası çağ testi

Konu şu: Belirli bir ideolojik ve siyasal oluşumun merkezinden çepere doğru gidildikçe o oluşumun özü ne ölçüde değişime uğrar? Çeperde olanların kimi özel yönelimleri, merkezde olanlarca ne kadar sahiplenilir, açıkça reddedilir ya da bir şekilde “idare edilir”?

Sağdan bir örnek: Merkezde, başka bir ülkenin bir karış toprağında bile gözünüz olmadığını söylüyorsunuz; ama “sizin çocuklardan” kimileri açık açık “Şu ülkenin şurası bizimdir ve sonunda alacağız” diyor.   Ne yaparsınız?

Soldan bir örnek: Sosyalizm programınızda sözgelimi aile kurumuna ilişkin açılımlar da var; ama “sizin çocuklar” arasından, sosyalist iktidarda yapılacak ilk işlerden birinin aile kurumuna son vermek olacağını söyleyenler çıkıyor. Ne yaparsınız?

Konu bu.

Konunun açılımında sağ-sol ayrımı dışında yaşadığımız zamana da bakmak gerekir. Örneğin, ideolojik ve siyasal oluşumun merkezinden çepere doğru gittikçe görülen “değişimler” ile merkezin bu değişimlere nasıl yaklaştığı pekâlâ “hakikat sonrası çağın” etkilerini taşıyor da olabilir…

İyi, ama bu minvalde gidip her şeyin hakkını vermeye kalkarsak işler çok karışacak. Konunun özü netleşmişse, bugün Türkiye’de var olan üç oluşum üzerinden bir test yapıp geçelim:

Kürt siyaseti, ulusalcılık ve liberalizm…

***

Kürt siyaseti, ulusalcı ve liberal oluşumlarla karşılaştırılmayacak ölçüde heterojen bir yapıdadır. Üstelik bu heterojen yapı yalnızca çepere doğru giderken gözlemlenen bir durum olmayıp “merkezin” kendisi için de belirli ölçülerde geçerlidir. Dolayısıyla Kürt siyaseti söz konusu olduğunda “çeperdeki” ideolojik ve siyasal yönelimlerin “merkez” tarafından bir şekilde zapturapt altına alınması gibi bir gündem fazla ağırlık taşımaz.

Buna karşılık kişiler ve kişilerin tasarrufları söz konusu olduğunda durum büyük ölçüde değişir.

Ahmet Şık’ın istifası olayında olduğu gibi…

Bu istifa pek çok yönüyle eleştirilebilir; ne var ki Kürt siyasetinin çeperlerinden gelen, Ahmet Şık’ın “AKP’ye geçmek için istifa ettiği”, bu arada “MHP’ye de gidebileceği”, üstelik “Ergenekoncu olduğu”, “Türklerden zaten hayır gelmeyeceği”, vb. gibi atışlar pek “eleştiri” gibi durmamaktadır.

İşin bu yanı o kadar da önemli değildir; asıl mesele şudur: Kürt siyasetinin “merkezi”, Şık hakkındaki bu tür uç değerlendirmelere ne demiş, nasıl yaklaşmıştır? “Bir yere kadar” sahiplenmiş midir? “Bu da bir kenarda dursun” deyip işi idare mi etmiştir?

Bizim görebildiğimiz kadarıyla Şık olayında “merkez”, daha doğrusu bu siyasetin önde gelen sözcüleri ölçülü ve yoldaşça bir tutum sergilemiştir.

Yani Kürt siyasetinin merkezi, Ahmet Şık’ın istifası olayında çeperdeki uçuk ve hakikat sonrası çağa özgü tepkileri ileride lazım olur diye yan cebine atma yoluna gitmemiştir.

En azından bizim görebildiğimiz kadarıyla…

***

1960’la başlatırsak, Doğan Avcıoğlu, eski Milli Birlik Komitesi’nin kimi üyeleri, ardından Uğur Mumcu ve nihayet Mümtaz Soysal’dan sonra bugün “ulusalcı” çizgide ciddi bir deformasyon görülmektedir. Bu çizgiyle temas noktaları olan geleneksel Marksist-aydın-akademisyen ekibin mesafesiyle birlikte deformasyon daha da belirginleşmiştir.

“Ulusalcı” ideolojik ve siyasal oluşumun her dediğinin yanlış ve gayrı ciddi olduğunu düşünmüyoruz elbette; ancak, ortaya çıkan kimi gündemler, bu çizginin merkeziyle çeperinin hakikat sonrası çağı doya doya yaşama anlamında son derece mütecanis (türdeş-homojen) bir blok oluşturduğunu göstermektedir. Burada kimse kimseyi idare etmemekte, hakikat sonrası çağa özgü bir absürtlük tırmanışın da herkes birbirine gaz vermektedir.

Örneğin, CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’nun siyasal konumunun “Atlantikçiler”, Soros, “FETÖ”, Avrupa Birliği, Alman vakıfları, Ermeni lobileri, feministler, lezbiyenler, eşcinseller ve Kürt siyaseti (HDP, HDK, İmralı, Kandil, PYD ve YPG dâhil) tarafından belirlendiği tezi, bu oluşumun merkezinden çeperine gidildikçe herhangi bir değişime uğramamaktadır.

İlkokul çocuklarına gökkuşağı resmi yapmalarını söyleyen öğretmenlerin bununla çocukları LGBTI’ye ısındırma amacını güttükleri, hem merkez hem de çeper için açık bir gerçektir.

Kürt siyaseti ve az sonra değineceğimiz liberal oluşumla kıyaslandığında, “hakikat sonrası” çağı en fazla ulusalcı oluşumun yaşamakta ve yaşatmakta olduğu rahatlıkla söylenebilir.

***

Liberal ideolojik ve siyasal oluşumun da her dediğinin yanlış ve gayrı ciddi olduğunu söylemiyoruz. Ancak zurnanın nasıl zırt dediği bir yer oluyorsa liberal oluşumun da belirli bir konu gündeme geldiğinde benzer bir sesi çok daha yüksek perdeden çıkardığını görüyoruz: “Kemalizm…” 

Liberal kesimde öyle bir damar vardır ki Kemalizm’e yaklaşımı ancak bir tür obsesyonla ilişkilendirilebilir. Örneğin bu damara göre Kemalizm’le hesaplaşırken iyi işler yaptığı söylenen ve desteklenen bir siyaset sonra “kötü” işler yapmaya başlıyorsa bilin ki o siyaset de artık Kemalist olmuştur! Bu ülkenin tarihinde ve siyasetinde “iyi” ve “kötü” olanın ancak Kemalizm’e referansla tarif edilebilmesi patolojik bir durumdur.

Yarın olur ya bu ülkeye proletarya diktatörlüğü gelse ona da büyük ihtimalle “üniformasını çıkarıp işçi tulumu giymiş Kemalizm” diyeceklerdir…  

Bu da homojendir; merkezden çepere ve çeperden merkeze değişen pek yoktur.

Liberal oluşumun Kürt siyasetiyle ulusalcı siyasetten belirgin bir farkı ise aydın-akademisyen, yazar-yayıncı ağırlığının onlara göre fazla olmasıdır. “Hakikat sonrası” çağın bir parçası olmayıp onun ya çok gerisinde ya da çok ötesinde, özellikle Kemalizm söz konusu olduğunda ise bambaşka bir âlemdedir…

***

“Ya siz ne âlemdesiniz?” diye sorulursa…

Biz henüz çok geniş kesimlere hitap etmiyoruz;  ayrıca merkezlerimizle çeperlerimiz arasındaki mesafe şimdilik “kırılmalara” meydan verecek kadar uzun da değil.

İkisi de olsun diye çalışıyoruz; olduğunda ayrıca konuşuruz…