Türkiye’de “sağ taban”

Kötümserler ne derse desin Türkiye’de solun geleceği konusunda umutlu olmak için pek çok neden vardır. 

“Tarih” diyorsak geçmişe bakalım: Sol, son 50-60 yıl içinde her yönden bunca ağır darbe almasına rağmen teslim bayrağı çekmemiş, ideolojik kuşatmaları yarabilmiş, günümüze en azından dirençli bir birikim taşıyabilmiştir. “Güncellik” adına son 4-5 yıla baktığımızda ise 2013 Haziran direnişiyle başlayıp 2015 Haziran seçimlerine, oradan son referanduma uzanan umut verici uğraklar görürüz. 

Değerini bilelim ve buralardan devam edelim, ama… 

Aması şu: Bu umutla yola devam ederken gerçekçilik sınırlarının zorlanacağı noktalara kadar gidilmemelidir. 

Örneğin, seçimlerde AKP’ye oy veren geniş kesimin önemlice bir bölümünün “ideolojik şartlanmalarla” böyle yapan, aslında “gariban” emekçilerden oluştuğu, dolayısıyla bu insanların özel olarak kendilerine yönelik ideolojik-siyasal çalışmalarla kazanılabileceği düşüncesi gerçekçilik sınırlarını zorlamaktır.   

“İdeolojik şartlanma” elbette vardır; ama aradaki “mistik tülün” kaldırılmasıyla hemen halledilebilecek bir sorun değildir. Ortada “turşuya çevrilmiş, esrarkeş durumuna sokulmuş Şark Küçükburjuva yığınlar” vardır (Hikmet Kıvılcımlı, 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi, Ant Yayınları 1970, s. 299). Durum, yarım yüzyılı aşkın zaman geçmesine rağmen bugün de aşağı yukarı böyledir. 

Sonra, başta emekçiler olmak üzere geniş kesimlerin verili düzen içinde ideolojik-siyasal çalışmalarla şartlanmalarından kurtarılıp kitlesel olarak gerçekliğin bilincine varabilecekleri beklentisi de hayalcidir. Marx zamanında boşuna dememişti: “Toplumsal yaşam süreci, yani maddi üretim süreci, üzerindeki mistik sis örtüsünden, ancak, özgürce bir araya gelmiş insanların ürünü olarak, onların bilinçli planlı denetimleri altına girdiğinde sıyrılabilir.” (Kapital I Cilt, çevirenler: Mehmet Selik-Nail Satlıgan, Yordam Kitap 2011, s.89). Başka bir deyişle, bilinçlenme-bilinçlendirme süreçleri verili düzen içinde doğal sınırlarına gelip dayanacaktır. 

***

Dahası, Türkiye’de solun en azından örgütlenme-seçim-oy bazında 1961-1980 dönemine geri dönmesinin mümkün olmadığı görülmelidir. 

Bir tür “siyasal coğrafyadan” söz ediyoruz.

Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) 1965 ve 1969 seçimlerinde seçilmiş beş ildeki oy oranlarına bakalım: Malatya %5,2 (1969); Sivas %2,9 (1969); Tokat %4 (1965); Urfa %3,2 (1965); Yozgat %5 (1965).    TİP’in Türkiye ortalaması ise 1965 seçimlerinden %3, 1969 seçimlerinde ise %2,7 idi. Herhalde anlaşılmıştır: Seçilen iller, özellikle 70’li yıllarla birlikte büyük göç vermiş, demografik dönüşüm geçirmiştir; bugün TİP benzeri herhangi bir partinin bu illerde TİP’in 60’lardaki performansını yakalaması çok güç, hatta olanaksız görünmektedir.   

Unutmayalım, daha önceki siyasal iktidarlardan farklı olarak bugün Türkiye’de bir de “AKP ekonomisi” diyebileceğimiz, kapitalist düzen içinde özel yere sahip yeni bir mekanizma vardır. Bu mekanizmayla ihya olan rejim sermayedarları, bir de onlardan nemalanan “rejim küçük burjuvaları”, giderek “rejim emekçileri” söz konusudur. 

“İdeolojik şartlanmaları” daha da pekiştiren bir unsurdur. 

***

Sonuçlara gelelim:

Birincisi: Solun ideolojik-siyasal çalışmalarının ülkedeki “sağ taban” üzerindeki etkileri doğal sınırlara sahiptir ve bu çalışmalar abartılı beklentilere yol açmamalıdır. 

İkincisi: Solun bu tabana hitap aşkıyla kendi söylemlerini, vurgularını ve mesajlarını nabza göre şerbet uyarlamasına tabi tutması tanım gereği yanlış olmanın ötesinde pratikte de hiçbir sonuç vermeyecek, tersine muhataplarına “demek ki bugüne kadar hep doğru yerde durmuşuz” dedirtecektir.

Üçüncüsü: Solun yapması gereken, bugün yanında olan hiç de küçümsenmeyecek nicelikteki kesimi örgütlemek, ileri hedeflere yöneltmek ve böyle bir dalganın diğer taraf üzerindeki etkilerini gözlemektir. 

Dördüncüsü: Bu etkilerin insan kazanıcı olmaktan çok nötralize edici sonuçlar vermesi beklenmeli, olursa bu çok ciddi bir başarı sayılmalıdır.   

Ve beşincisi: Türkiye’de, merkezden alta, alttan merkeze örgütlü, çabuk tepki verebilen, hedefleri açık ve net bir hareketin, sahip olduğu niceliğin ötesinde etkiler yaratabileceği bir dönemden geçildiği mutlaka dikkate alınmalıdır.