“Muasır medeniyet seviyesine yükselme” isteği ve iddiasıyla başladı…
Sonra, DP iktidarı döneminde Türkiye’nin “Küçük Amerika” olacağı söylendi…
60’larda Demirel bunu “Büyük Türkiye” yaptı…
Kuşkusuz her iktidarın kafasında ülkeyi bir şekilde geliştirmek, büyütmek, güçlendirmek fikri vardır. Türkiye aydınının ve siyasetçisinin, kökeni Cumhuriyet öncesine dayanan “sosyal darwinist” mayası bu heves ve iddiayı keskinleştirmiştir. Ama doğrusunu söylemek gerekirse 1980’lere kadar olan dönemde iktidarların ve siyasal liderlerin kafasında olsa bile bu “yükselme” işinin başka ülkelerin aleyhine, başkalarını ezerek, üzerlerine basarak, saf dışı bırakarak gerçekleşebileceği açıkça söylenmezdi.
Söylenenlerde “biz kendi işimize bakalım da…” tonu ağır basardı.
***
1980’lerde Türkiye kapitalizmi dünya kapitalizmiyle yeni ve daha ileri düzeyde bir eklemlenmeye yöneldiğinde ve bunun üzerine bir de “küreselleşme” geldiğinde iş açık artırmaya bindi. Kimilerine göre “21. yüzyıl Türk yüzyılı” olacaktı; belirli eksiklik ve zaaflarını giderdiğinde Türkiye “kanatlanacak”, “uçacak”, el âlemi hasetten çatlatacaktı…
Ve dikkat: Daha sonra AKP’ye kapılanacak olan liberal aydınlar daha 80’lerde Türkiye’nin nasıl kanatlanacağı, nasıl uçacağı, bir yıldız gibi nasıl parlayacağı konusunda bolca fikir beyan eder olmuşlardı. Şu sosyal darwinizm hepsinin mayasında olduğundan aslında milliyetçi takımla bir paradigmada buluşuyorlardı: Türkiye artık uçuşa geçmeliydi, yoksa…
Yoksa atı alan Üsküdar’ı geçecekti…
O halde Sümerbank, Etibank falan gibi duyunca insanın tüylerini diken diken eden müesseselerden bir an önce kurtulmamız gerekiyordu…
“Yurtta sulh cihanda sulh” gibi pısırık dış politika anlayışları hemen terk edilmeli, Türkiye en başta kendi bölgesinde aktif, hatta proaktif rol almalıydı…
Kadın, evinden çıkacaksa insan olduğu, hakları olduğu için değil Türkiye’nin kanatlanması için çıkmalıydı…
Kürt sorunu, Kürtlerin sorunları olmasından çok Türkiye’nin havalanıp uçmasına engel olduğundan çözülmeliydi…
Çocuk işçiliği, iş güvenliği ve sağlığı gibi alanlardaki sorunlar da mutlaka çözülmeliydi; çünkü Türkiye hakkında olumsuz izlenimlere yol açıyor, ülkenin uluslararası rekabet gücüne darbe vuruyordu…
İşte, bu ve benzeri sorunlarda adım atılıp yol alındığında kimsenin tutamadığı Türkiye kanatlanacak, uçacak ve 21. yüzyıl Türk yüzyılı olacaktı…
***
Hemen söyleyelim: Hepsi boş laftır, palavradır, hamaset ve hamakattır.
Türkiye’nin “kanatlanacağı”, “uçacağı” falan yoktur; bu tespitin şu ya da bu sermaye iktidarıyla alakası da yoktur. Günümüz dünyasında Türkiye gibi bir ülkenin içinde yer aldığı sistem içinde biraz daha eli yüzü düzgün hale gelmesi mümkündür; ama onu bunu ekerek “uçması” nesnel olarak mümkün değildir.
Hiçbir kapitalist ülke sadece nüfusuyla, çalışabilir yaşlardaki genç nüfusun göreli ağırlığıyla ve bu ağırlığın açtığı söylenen “fırsat penceresiyle” kanatlanamaz, uçamaz da ondan…
***
Ya sosyalizmde, sosyalist bir iktidarda?
Aman, “işte o zaman uçar” falan gibi şeyler söylemeyelim, böyle laflardan uzak duralım.
Kimsenin işsiz ve aç kalmadığı, herkesin insanca yaşadığı, belirli bir dönem herkesin topluma kattığının karşılığını aldığı, kendini savunabilen, ama kimsenin toprağında gözü olmayan barışçı bir Türkiye…
Demir-çelik, buğday-arpa vb. rekoltesine fazla kafayı takmayan, kimseyi “gömme” gibi bir niyet taşımayan sosyalist Türkiye…
İlle de “kanatlanacak”, mutlaka “uçacaksa”, bunu eğitimde, sağlıkta, sosyal güvenlikte, konutta, kadının toplumsal yaşama katılımında, çocuk-yaşlı bakımında, insanlara sunulan boş zaman değerlendirme imkânlarında yapsın.
Bundan iyisi Şam’da kayısıdır.
Bu son söylenen de elbette sosyalist Türkiye’nin Suriye’ye yönelik politikalarına ilişkin bir ima içermemektedir.