Yazı dizisine, esas olarak güncel kapitalizmin sınırlarına ve içinde filizlenmekte olan komünist öncüllere dikkat çekmek ve bu eksende program tartışmalarına katkı sunmak için başlamış, ilk yazıda da Marx’ın Grundrisse’sinin ışığında bilginin, bilimin, zihinsel emeğin üretimin başat öğesi durumuna gelmesiyle kapitalizmin sınırlarının daha belirgin biçimde açığa çıktığına işaret etmiştim.
İkinci ve üçüncü yazılarda “sınırlar “ı işlemeye devam ettim.
Şimdi sırada, kapitalizmin bağrında uç veren komünist öncülleri, olanakları ayırt etmek ve irdelemek var. Ancak buna geçmeden önce, kapitalizmden komünizme geçiş ve toplumsal devrim sorunsalının kimi kritik başlık ve kavramlarında netleşmek gerekiyor.
Netleşme, açık söylemek gerekirse, geçmişin ağır yüküyle hesaplaşmayı da içeriyor.
Marksist devrim teorisinin başlıca kaynağı, Marx’ın Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı’ya Önsöz’de yer alan şu sözleridir:
“Gelişmelerinin belirli bir aşamasında, toplumun maddi güçleri, o zamana kadar içinde devindikleri mevcut üretim ilişkilerine ya da bunların hukuki ifadesinden başka bir şey olmayan, mülkiyet ilişkilerine ters düşerler. Üretici güçlerin gelişmesinin biçimleri olan bu ilişkiler, onların engelleri haline gelirler. O zaman bir toplumsal devrim çağı başlar.”1
Bir yanda sürekli gelişen üretici güçler, öte yanda, gelişmenin belli bir aşamasında bunlara ayak bağı olmaya başlayan üretim-mülkiyet ilişkileri. Toplumsal devrim, bu ikisinin ve bunları temsil eden güçlerin çatışmasından doğmaktadır. Teori budur.
Açılması ve tartışılması gerektiği açık. 170 yıldır tartışılıyor. Açmak üzere, toplumsal devrimin geniş ve dar anlamlarından başlayabiliriz.
Geniş anlamda toplumsal devrim, uzun bir tarihsel dönemi içine alan bir süreçtir. Bir üretim biçiminden ötekine geçiş sürecindeki ekonomik, siyasal, toplumsal, teknolojik, kültürel ilerleme ve dönüşümlerin toplamıdır. Buradan bakıldığında, toplumsal bir devrimin başlangıç ve sona eriş zamanlarını dakik biçimde belirlemek olanaksızdır.
Dar anlamda toplumsal devrim; siyasal iktidarın, var olan toplumsal sistemi temelinden değiştirecek olan sınıfin eline geçmesidir. Marx buna, "toplumsal ruhta siyasal devrim" diyor. Bu bağlamda, toplumsal devrimin ilk göstergesi, iktidarın bir yeni sınıfa geçmesi anlamında siyasal devrimdir. Öte yandan, yukarıdaki tanım gereği, toplumsal devrim, siyasal devrimden önce başlamakta ve bu devrimden sonra da devam etmektedir.
Bu tanımlarla, kuşkusuz tüm sorular yanıtlanmış, tüm sorunlar çözülmüş olmuyor.
Sorunlardan birini şöyle formüle edebiliriz: Toplumsal devrim süreci, çoğunlukla üretici güçlerin hareketli ve dinamik öğeyi, üretim ilişkilerinin ise statik öğeyi oluşturdukları bir ilişki olarak anlaşılıyor. Bu anlayış yanlıştır.
Devrime kadar, üretim ilişkilerinin, beton gibi katı ve hareketsiz kaldığı düşünülemez. Üretim ilişkileri de esnemekte, gelişen üretici güçlerin daha çoğunu içine sığdıracak biçimde genişlemektedir. Kapitalizmin, üretici güçlerin üretim ilişkileri kabuğuna başkaldırdığı periyodik ve yapısal krizlere rağmen varlığını sürdürebilmesinin “sır”larından biri bu esneme yeteneğindedir.
Buradan, daha temel bir soruna geçebiliriz.
Komünizmin maddi önkoşulları kapitalizm içinde oluşur mu?
“Kapitalizm feodal toplum içinde oluşur ve gelişir, ama komünizm kapitalizm içinde gelişmez.”
Çıkış noktası ve ana düşüncesi doğru olan bu formülasyon zamanla tam bir klişeye dönüşmüştür. Evet, sömürüye dayalı bir üretim tarzından başkasına geçişle komünizme geçiş arasında özdeşlik ve hatta benzerlik kurulamaz. Feodalizmden kapitalizme geçiş, kapitalizmden komünizme geçişe modellik edemez.
Ayrıca feodalizmden kapitalizme geçişin somut örnekleri, birbirlerine de model oluşturmazlar. Her geçiş özgüldür.
Buradaki temel sorun, kapitalizm içinde ayrı bir kompartıman olarak komünist üretim ilişkisi adacıklarının oluşup oluşmadığı değildir. Oluşamaz!
Sorun, kapitalist üretim ilişkileri içinde komünizmin maddi önkoşullarının oluşup oluşmayacağı noktasındadır. Bizim, bu soruya yanıtımız, hem Marx’tan referansla, hem de bugünkü dünyanın maddi içeriği açısından açıkça “evet” tir. Bu ikincisi oluşur; oluşmaktadır!
Burada biri, Grundrisse’den, öteki Kapital’den iki aktarma ile Marx’ın bu soruyu nasıl yanıtladığına bakalım.
Grundrisse’de şöyle diyor:
“Burjuva toplumunun, yani mübadele değerine dayalı toplumun içinde, her biri bu toplumu paramparça edebilecek birer mayın gücünde birtakım işbirliği ve üretim ilişkileri doğar (Toplumsal birliğin birbiriyle çelişen ve çelişkilerinin sessiz bir reformla uzlaştırılmasına imkan olmayan bir dizi tezahür biçimi. Öte yandan, varolan toplum içinde, sınıfsız bir toplumun ortaya çıkabilmesi için gerekli maddi üretim koşullarıyla, onlara tekabül eden işbirliği ilişkilerinin gizli varlığını keşfedemiyorsak, tüm mayınlama teşebbüsleri de Donkişotça olmaktan ileri gidemeyecektir.)"2 (abç)
Kapital’de:
“Sermaye birikimindeki artışın sermaye yoğunlaşmasındaki bir artış anlamına geldiğini görmüştük. Böylece, sermayenin gücü, yani toplumsal üretim koşullarının gerçek üreticilerden (kapitalistte kişileşen) bağımsızlaşması artar. Sermaye, kendisini, giderek daha ileri derecelerde olmak üzere, görevlisi kapitalist olan bir toplumsal güç olarak gösterir; bu toplumsal güç, tek bir bireyin emeğinin yaratabilecekleriyle artık olası hiçbir ilişki içinde değildir; aksine yabancılaşmış, bağımsızlaşmış bir toplumsal güç olarak, toplumun karşısına, bir şey olarak ve kapitalistin bu şey sayesinde elde ettiği bir güç olarak çıkar. Sermayenin dönüştüğü genel toplumsal güç ile tek tek kapitalistlerin söz konusu toplumsal üretim koşulları üzerindeki kişisel güçleri arasındaki çelişki giderek daha fazla göze batar ve bu çelişki, aynı zamanda üretim koşullarının genel, ortak, toplumsal üretim koşullarına dönüştürülmesi anlamına geldiğinden, bu ilişkinin ortadan kaldırılmasını da beraberinde getirir. Bu dönüşüm, üretici güçlerin kapitalist üretim koşulları altındaki gelişmesinden ve bu gelişmenin gerçekleşme tarzından kaynaklanır.”3 (abç)
Aynı yaklaşımı, farklı bir anlatımla, Paris Komünü hakkındaki siyasal değerlendirmede de görüyoruz:
“İşçi sınıfı komünden mucizeler beklemedi. Onun, halk kararıyla hayata geçireceği hazır ütopyaları yok…Onun, hayata geçireceği idealleri yok; tek yapacağı, yıkılmakta olan burjuva toplumunun rahminde şimdiden gelişmiş bulunan yeni toplum öğelerini serbest bırakmak.”4
Alıntılar ayrıca yorum gerektirmeyecek kadar açık. Şunu yazabiliriz: Marx, yeni ve daha üstün üretim ilişkilerinin bizatihi kendilerinin değil, maddi varlık koşullarının, yani çeşitli ilişki, işbirliği ve bilinç biçimlerini kapsayacak biçimde “eski toplumun bağrında” çiçeklenmesini ya da fiilileşmesini, bir geçiş çağının, toplumsal devrim sürecinin başlamasının olmazsa olmaz koşulu saymaktadır.
II
Yukarıdaki sorunun devrim teorisindeki izdüşümü, siyasal devrim- toplumsal devrim arasında artsıralı ve kronolojik bir ilişki kuran yaklaşımdır.
Sorunlu tez şöyledir: “Toplumsal devrim siyasal devrimi izler. Toplumsal devrim ya da dönüşümler, siyasal iktidarın proletarya ve bağlaşıkları tarafından fethiyle başlar ve esas olarak da sonrasında gerçekleşir.”
Yukarıda kısaca ele aldığımız “kapitalist üretim ilişkileri feodal toplumda gelişir” önermesinin sorunlu olduğunu en iyi İngiliz burjuva devrimi gösteriyor. Bu, kapitalist üretim ilişkilerinin, burjuva sınıfın oluştuğu bir zamanda bu sınıfın iktidara el koymasıyla gerçekleşmiş bir devrim değildir.
Tersine, bir dizi tarihsel, siyasal, kültürel gelişmenin, devrim, karşı devrim ve restorasyon süreçlerinin bir sonuç ürünü olarak gerçekleşen iktidar değişikliği kapitalist üretim ilişkilerinin gelişeceği toplumsal-ekonomik zemini hazırlamış; kapitalist ilişkilerin sanayi devrimiyle egemen hale gelmesi ise 140 yılı almıştır.
İngiltere burjuva devriminin yetkin Marksist tarihçisi Christopher Hill, İngiltere’de feodalizmden kapitalizme geçişi, yani toplumsal devrim sürecini 1530’lardaki reformasyondan başlayıp 1780’deki sanayi devrimiyle sonuçlanan 250 yıllık bir süreç olarak inceliyor; bu devrimin işlevinin “kapitalizmin yayılmasının engellenmesini engellemek” olduğunu savunuyor.5 Bu 250 yıl, farklı siyasal oluşumların, halk isyanlarının, devrimlerin karşı-devrimlerin birbirini izlediği toplumsal laboratuar zenginliğinde bir çağdır. 1549,1607, 1631 de açık halk ayaklanmaları, 1529-1540 arasında reformasyonla manastırların kaldırılması, kilise topraklarına el konulması, 1640-49 yılları arasında iç savaş, 1644 Cromwell darbesi ve iktidarı, 1660’da krallığın restorasyonu ve 1688’de “Şanlı Devrim”le krallığın 1640 devrimi yolunda yürüyecek hanedana geçmesi, 15. yüzyılda başlayıp, 1750-1860 arasında hızlanan o kapitalizmin döl yatağı “çitleme” dalgalarının 1720-1815 arasında 3000’e yakın yasayla birbirini izlemesi vb.
1848 miladı
Toplumsal devrim çağını başlatan bir siyasal devrim için bir tarih vermek gerekirse, bu hiç tartışmasız yenilgiyle sonuçlanan 1848 Kıta Avrupası devrimidir.
Engels’in bu büyük devrim deneyiminden 47 yıl sonra, 1895’de Marx’ın Fransa’da Sınıf Mücadeleleri 1848-1850 kitabına “giriş”te yazdıkları ilginçtir.
Engels, bu girişte, “Kıta Avrupası’ndaki iktisadi gelişmişlik durumunun, kapitalist üretimin ortadan kaldırılması için gereken olgunluğun henüz çok uzağında olduğunu” belirterek toplumsal devrimin henüz olgunlaşmadığının altını çizmiş, arkasından da, “giriş”i yazdığı tarihi, yani 1895’i kastederek şöyle devam etmişti: “Bugünse, ilerlemesini kimsenin durduramayacağı, niceliği, örgütlenmesi, disiplini, kavrayışı ve zafer inancı her geçen gün güçlenen bir büyük uluslararası sosyalistler ordusu var. Proletaryanın bu çok güçlü ordusunun bile hedefe hala ulaşamamış olması, zaferi tek bir (italik Engels’in) büyük darbeyle kazanmanın çok uzağında bulunması, bir konumdan diğerine zorlu ve sert mücadeleler yürüterek, yavaş yavaş ilerlemek zorunda olması, 1848’de toplumsal değişimi basit bir baskınla sağlamanın ne kadar imkansız olduğunu kesin bir şekilde kanıtlıyor."6(abç)
Ekim Devrimi ise, siyasal iktidarın proletarya tarafından alınmasıyla, toplumsal ruhta bir siyasal devrim olarak başlayan, komünizme hazır olmayan bir toplumda, kapitalist üretim ilişkilerinin içerebileceği üretici güçleri komünist iktidar altında geliştiren, ancak geçiş dönemini tamamlayıp komünizme varamadan geri çevrilen muazzam zenginlikte bir deneyimdir. Bu komünizm denemesi, komünist topluma ulaşmadan kurumuştur.
Sonuç olarak siyasal devrim(ler) ile toplumsal devrim süreci iç içe, yüz yüze gelişen süreçlerdir. Toplumsal devrim, sıçrama anından çok, öyle sıçramaların da içinde yer aldığı uzun bir dönemdir, çağdır. Tamama erme kapasitesi ve zamanı, verili üretici güçler ve ilişkiler düzeyinin geçiş için olgunluk derecesine bağlıdır. Toplumsal devrim süreci, asla, salt ekonomik bir oluşum değildir. Siyasal, ideolojik, kültürel alandaki, toplumsal cinsiyet, kol emeği-zihinsel emek, kır-kent vb. ilişkilerindeki dönüşümlerle birlikte ilerleyen bir süreçtir.
Önce siyasal devrim sonra toplumsal devrim sıralamasının teorik açıdan yarattığı kritik soru, kendisini kapitalist toplumun bağrında kurucu bir özne olarak var edemeyecek bir işçi sınıfının, nasıl olup da sosyalist iktidarın siyasal-kurucu öznesi olacağı sorusudur.
Bu sorunun yanıtı, “eğiticilerin” konunun açıldığı her fırsatta yineledikleri “ideolojik mücadele” tekerlemesi olamaz. Sorunun doğru yanıtı, eğiticileri de eğitirken, ideolojik mücadeleyi de kapsayan kurucu devrimci pratiktir. Bu eleştirel pratik, sosyalizmin kapitalizm içindeki maddi öncüllerinin en önemlisi olan insandaki ideolojik-kültürel dönüşümleri mücadele içinde başlatmayı ve geliştirmeyi de içermek durumundadır.
III
Marx, Gotha Programının Eleştirisi’nde kapitalizmden komünizme geçişi şöyle formüle etmişti:
“Kapitalist toplumla komünist toplum arasında, birinin diğerine devrimci dönüşüm dönemi yer alır. Buna siyasal bir geçiş dönemi karşılık gelir ve söz konusu geçiş döneminin devleti, proletaryanın devrimci diktatörlüğünden başka bir şey olamaz."7
Marx’ın tanımında ve anlayışında, kapitalizm ile komünizm arasında “sosyalizm” diye bir ara aşama yoktur. Marx’ın geçiş modeline göre söylersek, proletarya diktatörlüğünden komünizme geçemeden çözülen Sovyet toplumuna “sosyalizm”, hatta “ileri sosyalizm” denmesiyle teorik bozulma ve dünya devriminden kopuş resmilik kazanmıştır. “Sosyalizm” le geçiş dönemi kastedilseydi sorun bu ölçüde önemli olmayabilirdi. Ne yazık ki, Sovyetler Birliği somutunda, sosyalizm tarih içinde bağımsız, içinde uzun süre yaşanacak bir toplumsal düzen, üretim biçimi olarak vazedildi. SBKP, 1960’da parti programına, Sovyet toplumunun 1980’de komünizme ulaşılacağını bile koydu.
Şöyle toparlayabiliriz:
Bir: Tarihte ve teoride sosyalizm diye, kendine özgü bir yer tutan, bağımsız bir toplumsal-ekonomik yapı, bir üretim biçimi yoktur. Dolayısıyla, “sosyalizm” ancak bir dönüşüm süreci olarak ve komünizme referans verilerek tanımlanabilir. Kanımca daha doğrusu, bu kavramı terk edip, “komünist” kavramını kullanmaktır.
İki: Komünist toplum, özel mülkiyetin, sömürünün, sınıfların, meta ilişkilerinin olmadığı, değer yasasının işlemediği bir toplumdur. Komünizmin iki evresinde de bu kategoriler yoktur. Bunlar varsa, henüz komünist toplum yoktur. Sorunu bu kadar kesin ve köşeli koymadan doğru bir teorik zeminde tartışmak olanaksızdır.
Üç: Komünizmin son derece önemli ve tüm geçiş dönemi boyunca yürüyüşü belirleyecek üç burcu daha var. Bunlar, emek üretkenliği, komünist emek ve yeni insanın yaratılacağı kültürleşme/özgürleşmedir.
Lenin’in Büyük Başlangıç’taki “Komünist Subotnikler” (1919) yazısında belirttiği gibi, emek üretkenliği son çözümlemede, yeni toplumsal sistemin zaferinin başlıca koşuludur:
“Komünizm, ileri teknikler kullanan, sınıf bilincine sahip, gönüllü ve bir araya gelmiş işçilerin – kapitalizmde mevcut olana kıyasla- daha yüksek emek üretkenliği demektir. Komünist subotnikler ise, komünizmin gerçek anlamda başlaması açısından olağanüstü önem taşımaktadır. Çünkü (parti programımızın oldukça yerinde biçimde belirttiği gibi) henüz ‘kapitalizmden komünizme geçişte yalnızca ilk adımların atıldığı’ bir aşamada iken bu tür uygulamaların ortaya çıkması, ender bir durumun ifadesidir.”8
Bu alıntı anahtar önemdedir. “Kapitalizmde mevcut olana kıyasla daha yüksek emek üretkenliği”ni tanımlamak, ölçüsünü vermek olanaksızdır. Ne olacağını genel olarak formüle etmek ise mümkündür. Zorunlu emeğe dayanmayan üretimin, tüm insanların toplumsal üretim ve hizmetlerden gereksinmeleri kadarını alabilecekleri bir bolluk toplumu.
Marx’ın formülasyonundaki komünist toplumun ilk evresi ile yüksek evresi arasındaki esas fark, birincisinde tüketim ve pay, üretimin hala “kıt” olması nedeniyle katkıya bağlıyken, ikincisinde komünist üretkenliğin sağladığı “bolluk”la herkesin gereksinmelerinin karşılanabilecek olmasıdır.
Lenin “ileri teknikleri” emek üretkenliğinin bir öğesi olarak alıyor, ancak vurguyu tekniğe değil, insana, işçilere yapıyor. Kastedilen, sınıf bilincine sahip, gönüllü olarak bir araya gelmiş işçiler eliyle ulaşılacak emek üretkenliğidir. Böyle anlamaz, emek üretkenliğindeki artışı yalnızca teknolojik ilerlemelere indirgersek işin içinden çıkamayız. Komünizme doğru yürüyüş, “yeni insan”ı kültürleştirme eylemidir.
Lenin, 1920 Nisan’ında, Eski Toplumsal Sistemin Yıkılmasından Yeninin Yaratılmasına’da komünist emeği şöyle tanımlıyor:
“Kavramın net ve dar anlamı içinde komünist emek, toplumun yararı için karşılıksız harcanan emektir. Belirli bir görev olarak, belli ürünlere hak kazanmak amacıyla, önceden belirlenmiş ve yasal olarak saptanmış kotalara göre harcanan emek değil, kotalarla ilgilenmeyen gönüllü emektir. Ödül beklentisi olmayan, koşulu ödül olmayan emektir. Ortak yarar için çalışmak bir alışkanlık olduğu için ve ortak yarar için çalışmanın bir zorunluluk olduğu bilinci (ki artık bir alışkanlık olmuştur) yerleştiği için harcanan emektir- sağlıklı bir organizmanın gereksinimi olan emektir…Herkes için açık olmalıdır ki, biz, yani toplumumuz, toplumsal sistemimiz emeğin bu biçiminin geniş, gerçekten kitlesel ölçekte uygulanmasından hala çok uzağız."9
Emek üretkenliği, komünist emek komünist toplum kuruculuğunun en başından itibaren gözetmesi, yönünü ve yürüyüşünü belirlerken ölçü alması gereken üç önemli burçtur.
Güncel kapitalizmin bu öğeler açısında barındırdığı olanakları sonraki yazılarda ele alacağız.
1- K. Marx, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı’ya Önsöz. Sol Yayınları. Çeviren Sevim Belli, Altıncı Baskı, Ankara, Ekim 2005, s. 39
2- K. Marx, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı’ya Önsöz. Sol Yayınları. Çeviren Sevim Belli, Altıncı Baskı, Ankara, Ekim 2005, s. 39 233-234
3- K. Marx, Kapital, C.III, Çevirenler: Mehmet Selik ve Erkin Özalp, Yordam Kitap, İstanbul, Haziran 2015, s. 267-268
4- K. Marx, Fransa’da İç Savaş, Almanca’dan Çeviren: Erkin Özalp, Yordam Kitap, İstanbul, Ekim 2016, s.89
5- Christopher Hill, İngiliz Devrimler Çağı/Demokratik Devrimden Sanayi Devrimine 1530-1780, Çeviren: Lale Akalın, Kaynak Yayınları, İstanbul, Aralık 2015, s. 29
6- Karl Marx, Fransa’da Sınıf Mücadeleleri 1848-1850, Almanca’dan Çeviren: Erkin Özalp, Yordam Kitap, İstanbul, Ekim 2016, s.21-23
7- Karl Marx-Friedrich Engels, Gotha ve Erfurt Programaları Üzerine, Derleyen ve Almanca’dan çeviren: Erkin Özalp, Yordam Kitap, İstanbul, 2017, s.
8- Lenin, Toplu Yapıtlar, İng. C.29, s.427, Türkçe kaynak: Halkın Devlet Yönetimine Katılımı Üzerine, Yordam Kitap.
9- Lenin, TY, C.30, s.517-18