Recep Tayyip Erdoğan’ı ülkede iktidara gelmiş siyasal liderlerden ayıran ya da onlarla ortaklaştıran çeşitli özelliklerden söz edilebilir. Ama belirli bir açıdan bakıldığında bu liderler arasında en şanslısı olduğu bizce kesindir.
Şanslılığı, ülke solunu bir şekilde etkileyebilmesinde, en azından kafasını karıştırabilmesindedir
Bu açıdan gelmiş geçmiş en şanslı siyasal liderdir.
İkinciliği Özal alır.
Peki, neden ilk başta ustalık, beceri vb. demiyoruz da “şans” diyoruz?
Öyle diyoruz; çünkü genel olarak bakıldığında karşısında düşünce sistematiği açısından en dağınık ve savruk dönemlerinden birini yaşayan bir sol vardır. Şanslılığı buradandır ve bunun üzerinde “ustalık” varsa o da nereyi ne zaman kaşıyacağını bilmesindedir.
***
15 yıllık AKP iktidarını solun kafasını karıştırma performansı bakımından iki döneme ayırabiliriz.
İlk dönemde başat temalar, malum, “sivil toplum”, “sivilleşme”, “demokratikleşme”, “asker vesayeti”, “tarihimizle barışma” “elitizm eleştirisi” ve buna benzer şeylerdi.
Yutan yutmuştur, bu dönemin üzerinde yeniden durmaya gerek görmüyoruz.
Bugün içinde bulunduğumuz ikinci dönemde ise temalar değişmiştir: “Anti-emperyalizm” imalı ABD, AB, NATO ve “batı dünyası” eleştirileri, doğrudan sola, hatta sosyalistlere yönelik “kaşıyıcı” söylemler…
Yutan yutmaktadır ve üzerinde durmaya gerek görüyoruz.
***
Erdoğan, iktidarının gündelikçi, fırsatçı ve pragmatist hesaplarının sonucu olan yalpalamaları, “Doğu-Batı” dâhil zorlama ikilemler yaşatacak biçimde sola yansıtabilmektedir.
Dediğimiz gibi, burada ustalıktan çok şans vardır; çünkü kendi sıkışmalarının zorunlu kıldığı buram buram sahtekârlık kokan çıkışlar, ideoloji alanında dağınık durumdaki solda alıcı bulabilmektedir… Üstelik sol bu sahtekârca çıkışlar sonucunda dönüp kendi içine bakar duruma gelmektedir…
Kimileri, anti-emperyalizmi ve solculuğu, geçmişe de uzanan topyekûn bir Batı karşıtlığı, hatta düşmanlığı sayacak noktaya gelmiştir.
Sanki Aydınlanma; özgürlük, eşitlik ve kardeşlik fikri; sosyalizm, Marksizm, işçi sınıfı devrimi oradan değil de başka yerlerden çıkmış gibi…
Sanki Türkiye “görkemli” 60’ların ve 70’lerin işçi sınıfı ağırlıklı sol yükseliş dönemini Batı’nın birikimine ve mirasına yüz çevirerek yaşamış gibi…
Sanki Cumhuriyet tarihinin en büyük kitlesel kalkışması olduğu su götürmeyen Haziran Direnişi bambaşka bir coğrafyanın tarihsel değerlerinden beslenmiş gibi…
***
Bir de Erdoğan bu ülkedeki anti-emperyalist damarı Batılı emperyalist güç odaklarıyla ve onların hizmetindeki kuruluşlarla ilişkilendirdiğinde kendisine hak verecek, bu kelamda önemli bir doğruluk payı bulacak kadar meczuplaşmış veledi Eylül tayfası vardır.
Artık sadomazoşist denebilecek noktaya gelmiştir. Anlaşıldığı kadarıyla Türkiye solunun, giderek sosyalist kesimin hemen hemen tamamını emperyalizmin güdümünde gören sipsivri eleştirilerden özel haz duyulmaktadır ve bu nedenle bir tür siyasal sadomazoşizm olarak değerlendirilmelidir.
Türkiye’de sosyalizmin bu tür meczupluklara karşı henüz tam bağışıklık kazanamadığını kabul etmek zorundayız.
***
Peki, dünkü liberal destekçilere ne oldu?
Ortadan tamamen çekildiler mi?
Ne gezer…
Dün, geleneklerimizle, değerlerimizle barışıyoruz, bölgede lider olacağız, köklerimiz orada olduğu halde uzun süre unuttuğumuz bir coğrafyaya dönüyoruz diye AKP’ye alkış tutanları bu kez “Aman Allah’ım yoksa batıdan kopuyor muyuz” telaşı almıştır.
Tamamen unutmuş göründükleri gerçek ise, bu ülkede anti-emperyalist, NATO karşıtı hareketin en güçlü olduğu dönemin, aynı zamanda Batı’nın kimi tarihsel değerlerinden en fazla beslendiği, bu anlamda yüzünü en fazla batıya döndüğü dönem olduğudur.
“Atlantik ittifakından”, NATO’dan, AB’den kopuşun uygarlıktan da kopuş anlamına geleceğini söyleyenler, hazır kucak olmadan oturacak yer bulunamayacağını düşünenlerdir.
Şimdi, bunları birbiriyle tokuştur, çarpıştır, sonra da keyfine bak…
Erdoğan ve çevresi en azından bu açıdan gerçekten şanslı değil mi?