Önce sorunu ortaya koyalım:
Türkiye sosyalist hareketinin, farklılıklar içerse de örgütlü özneleriyle birlikte az çok genelleştirilebilecek bir siyasal hattı vardır. Karşısına aldığı ve önüne koyduğu hedefler vardır. Somut taleplerse, onlar da vardır. Gelgelelim, ortada bir sorun da vardır: İzlenen hat, hedefler ve dillendirilen talepler, toplumda birikmiş tepkilerle, daha geniş kesimlerle buluşamamakta, bu kesimleri harekete geçirememektedir.
Sorunun önemli olduğunu sanırız herkes kabul edecektir.
Böyle bir genel kabul olsa bile, meselenin yeterince üzerinde durulmayan bir başka yönüne değinmek istiyoruz. Şöyle: Ortada bir tıkanıklık olduğu açıktır da, sosyalist hareket bunun nedenlerini bulup ortadan kaldırayım derken kendi kendine gereksiz eziyet etmemeli, aslında doğru olana da kuşkuyla bakıp işleri yazboz tahtasına çevirmemelidir…
Daha açığı: Geniş kesimlerle buluşamamanın, bu alanda yaşanan tıkanmanın, sosyalist hareketin hattı, hedefleri ve talepleri dışında diğer tarafa, yani birikmiş tepkilerin temsilcilerine yazılabilecek nedenleri de vardır. Dolayısıyla, hareketin bu nedenleri hiç düşünmeden hep kendine bakması, “neyim yanlış ya da eksik” sorusunda fazla derinlere dalması, içinden çıkılmaz bir döngüye yol açabilecektir.
O zaman diğer tarafa geçelim…
Diğer tarafın güncel konumunu belirleyenler arasında post-modern durumların ve yabancılaşmanın özel yeri olduğu kanısındayız.
“Ya ideoloji?” denecektir ki doğru bir sorudur. Kuşkusuz, post-modern durumlar ve yabancılaşma da ideolojiyle ilişkilidir. Ancak, günümüzde bu alanda daha ön plana çıkanın, 19. ve 20. yüzyılların sistemli, belirli bir bütünlüğe sahip, kapsayıcı ve daha az su geçirir ideolojilerinden çok bunların topluma saldıkları küçük “müfrezelerin” oradaki insanlarda ve daha dar topluluklarda yakaladıkları ideolojik motifler olduğunu görmek gerekir.
Söylenen, “ideolojilerin sonu” falan değildir; ideolojilerin bu kez “cephe savaşı” yerine kendi daha küçük ve yer yer kılık değiştirmiş “gerilla birlikleriyle” topluma nüfuz etmesidir. Bunun kendisi post-modern bir “durumdur” ve günümüzdeki yabancılaşma olgusuyla neden-sonuç ilişkileri içindedir.
Ortadaki durumun, yaşamın her alanına sirayet eden yönleri vardır. Ancak, konumuz bu kadar kapsamlı olamayacağından burada sadece sosyalist hareketin kitleselleşmede yaşadığı tıkanıklıkların “toplum tarafındaki” kimi nedenlerine eğilmekle yetineceğiz.
Sırasıyla gidelim.
Birincisi: Birikmiş tepkilerin temsilcileri, kendi hanelerine yazılacak, sahiplenecekleri başarılar/kazanımlar görmek istiyor. Ne var ki arzu edilen başarı hep dışsallaştırılmaktadır. Yani “bir şeyler olsun, başarılsın da, bunu başkaları yapsın” beklentisi egemendir. “Sen yap da görelim”, “gel birlikte yapalım” çağrısına ağır basmaktadır. İlgisiz ya da apolitik denemeyecek insanların bile kendi arzu ettikleri başarı örneklerini hep “dışarıdan” saydıkları öznelerden beklemeleri, yabancılaşmanın özel bir hali sayılmalıdır.
İkincisi: Genişçe bir kesim, baktığı örgütlü özneler karşısında yabancı dilde “moody” denilen bir ruh halini içindedir. Siyasal öznelerin çizgilerine ve hedeflerine yönelik eleştirel tutumdan çok yarı politik değişkenliklerle, gelgitlerle, hatta yer yer kapris ve huysuzluklarla tanımlanabilecek bir ruh halidir... Bir eylemiyle baş tacı edilen bir öznenin hemen ardından sıradan bir nedenle yerin dibine batırılabilmesi bundandır.
Üçüncüsü: Post-modern durumlar ve yabancılaşma, mikro ölçekle makro ölçek arasındaki bağları koparıp aradaki mesafeyi açmakta, mikro ölçek genel siyasetten önemli ölçüde arındırılırken makro ölçeğe taşınan siyaset de bu ölçekte ağırlıklı olarak seçimlere endekslenmektedir. Çevresini, yaşam alanını, ekmek kapısını koruma derdindeyken, çalıştığı yerde haklarını talep ederken, yaşanılan bir facianın yaralarını sarmaya çalışırken vb. “buraya siyaset karışmasın” diyen, siyaset aradığında ise seçimlerden başka bir mecra göremeyen kesimlerden söz ediyoruz.
İsteyen, bu örnekleri çoğaltabilir.
Kimse “o zaman bir yerlerden halk mı ithal edelim yani?” diye sormasın. Önemli olan, bu durumu görüp kabul etmek, sosyalist hattın ve hedeflerin orasıyla burasıyla fazla oynamadan bu durumda yapılabilecekler üzerinde durmaktır.
Peki, neler yapılabilir?
Yapılabilecek olanları “gösteriş etkisi” kavramıyla genelleştirebiliriz. Kastedilen elbette “fiyaka”, “caka” gibi şeyler değildir. Bir iktisat kavramıdır ve “gösterme”, “sergileme” (demonstrasyon) anlamındadır.
Birkaç örnek verip bitirelim.
Birincisi: Küçük ölçekte/yerel de kalsa başarılı örneklerin ve kazanımların bu dönemde özel bir önemi vardır. Dikkat edilsin: Hedefe, böyle küçük ölçekli başarıları üst üste koyarak ulaşılabileceğini söylemiyoruz; belirli bir kilidin açılmasına katkıda bulunacak örneklerden söz ediyoruz. Ovacık’taki “komünist belediyenin” ülke ölçeğinde yarattığı etki unutulmamalıdır.
İkincisi: Siyasal çalışmanın, çeşitli yerelliklerde gündelik temas, yakınlaşma ve dayanışma imkânları sunan ve doğrudan siyasal olmayan örgütlülük formlarıyla takviyesi, tıkanmanın zamanla aşılmasında bir başka yol olarak düşünülebilir.
Üçüncüsü: Örgütlü özneler, kendi insanlarını dar anlamda siyasal aktivite ötesinde gelişkin niteliklerle donatmalıdır. Öyle ki görenler, tanıyanlar “demek bu dönemde böyle bir insan da olabiliyor” desinler.
Geçmişte “yeni toplumsallık” demiştik; bu da bir başka anlatımıdır ve kimse kuşku duymasın, son tahlilde siyasaldır ve siyasallıktır.