Tersten Jdanovculuk
Tersten Jdanovculuk” derken kastettiğimiz, bu kez kültür ve sanat alanlarında öne çıkmış “duayen” kişilerin zaman zaman (bereket her zaman değil) sosyalist hareketi, bu hareketin tarihini ve örgütlerini yargılayıp mahkum etmeye kalkmalarıdır.
Andrey Jdanov (1896-1948) 1946 yılında Sovyetler Birliği’nde Kültür Bakanlığına getirilmiştir. Kültür, sanat ve bilim alanlarında “saf” komünist ideolojiyi yerleştirme adına, kendi standartlarına göre “biçimci”, “dekadan”, “burjuva”, vb. saydığı ne varsa hepsine savaş açmıştır. Pek çok Sovyet yazar ve besteci Jdanov’un kendi adıyla anılan “doktrini” ve “standartları" dışında kaldığı belirlenen eserleri nedeniyle bir ara zor bir dönem geçirmiştir.
Sonuçta, parti ideologlarının, kültür, sanat ve bilim alanlarında ortaya çıkan ürünleri belirli standartlara uygun olmadıkları için “mahkum ettikleri” yaklaşımlara “Jdanovculuk” denmiştir. Bu terim, Jdanov’un kendisinden sonra da başka ülkelerde zaman zaman kullanılmıştır.
Bir kenara yazalım: Parti ideologları, kültür ve sanat alanındaki kişileri ve eserlerini değerlendiriyor, ölçüp biçiyor, bir sonuca varıyor ve (genellikle) mahkum ediyor…
***
“Tersten Jdanovculuk” derken kastettiğimiz, bu kez kültür ve sanat alanlarında öne çıkmış “duayen” kişilerin zaman zaman (bereket her zaman değil) sosyalist hareketi, bu hareketin tarihini ve örgütlerini yargılayıp mahkum etmeye kalkmalarıdır.
Bu kişilerin kendilerinin şair, romancı, öykücü, sinemacı, besteci, vb. olmaları mutlaka gerekli değildir. Bu alanlardaki ürünleri inceden inceye değerlendirip bir yerlere yerleştiren eleştirmenler de bu kategoride yer alabilirler. Tersten Jdanovculuk göstergesi ise bu kişilerin sol siyasete ve sosyalizme ilişkin kesin, toptancı ve kıyıcı yargılarda bulunma hakkını kendilerinde görmeleridir.
Ne yani, o konularda hiç laf etmesinler mi?
***
Etsinler elbette. Hatta sert eleştirilerde de bulunsunlar; kimse onları bu haktan yoksun bırakamaz.
Gelgelelim, sosyalist siyasetle ilişkisi son derece dolaylı ve gevşek insanların, bir, ülkedeki genel atmosfere göre, iki, yüz yıllık bir hareketi hedef tahtasına oturtarak ve üç, her tür sorumluluk duygusundan azade biçimde toptan karalayıcı yargılara varmaları bize göre pek makbul bir tutum sayılamaz.
Yeri gelmişken, tartışmaya değer bir noktadır: Başka ülkelerde olsun Türkiye’de olsun kültür-sanat alanında temayüz etmiş, bu alanda ne yazarlarsa okunası derinliğe sahip kişiler iş sol-sosyalist siyasete geldiğinde söyledikleri ve yazdıklarıyla ilginç biçimde yavanlaşabilmekte, ağızlarda dolaşan klişelerin ve kalıpların esiri olabilmektedir.
Nedenini tam bilemiyoruz. Belki kendi dünyalarına göre reel politikayı ve örgüt işlerini herhangi bir teorik ve tarihsel arka plandan, belirli bir derinlikten büsbütün yoksun, aşırı sıradan (mundane) şeyler olarak görüyorlardır. Böyleyse, anlamaya çalışmanın, kritik ayrıntılara eğilmenin ne gereği var; hepsini karşına al, salla ve mahkum et gitsin!
Böyle midir, tam bilemiyoruz.
Ancak, 1960’lardan bu yana izleyebildiğimiz kadarıyla kültür-sanat ortamlarının önde gelen isimlerinin çoğunun sosyalist siyaset hakkında pek konuşmadığını, konuşan görece az sayıdaki kişinin de diğer alandaki derinliklerine yakışmayacak ölçüde sıradan ve yüzeysel şeyler söylediklerini biliyoruz.
***
Bir de ülkedeki genel “atmosfer” demiştik.
Bu bağlamda gene ilginç bir başka nokta ise Türkiye sosyalist hareketinin “Kemalist”, “milliyetçi” “orducu” vb. kimliğinin kültü-sanat alemindeki keşfinde özellikle 2000’lerde Ergenekon davalarıyla birlikte yeni bir hamle yapılmasıdır. “Kokteyl” özellik taşımasına dikkat edilen sanıklar topluluğunda yer alıp solcu bilinen kişiler içeri alındığında arkalarından “Oh olsun” diyen duayenler çıkmıştır.
Belirli bir alandaki yetkinlik ve derinlik, bu konuda ne yazık ki Rasim Ozan Kütahyalı-Nagehan Alçı düzeyini aşamamıştır.
***
Ergenekon davaları geride kaldı.
Artık başka bir dönemde sayılırız.
Kültür-sanat dünyasından bakıp Türkiye sosyalist hareketini tarihiyle birlikte gömmeye meyyal tersten Jdanovculuğun bu dönemdeki asıl meramı ne olabilir?
Burasını da tam bilemiyoruz; belki de kendi özel dünyalarının ve hassasiyetlerinin karşılık bulması için bir alanın tamamen sıfırlanmasını gerekli görüyorlardır.
Yarın muhtemelen o işten de bıkacaklardır.