Teorisizm: Uzaklara bakmayın, aramızda!

Teorisizm…

Ne kadar itici bir sözcük değil mi?

Sondaki “izm” eki özellikle ürkütücü; insana “Şu teoriyle aramız zaten pek hoş değil, bir de bu işin müptelaları varmış” dedirtecek cinsten...

Aslında teorisizm denen şeye bir kez bulaşıldığında kurtulması zordur; ama ne olduğunun kavranması hiç de öyle değildir. Siyaset alanına yansıtarak ve biraz basitleştirerek anlatmaya çalışalım:

Var olan maddi gerçekliğe ve yaşanan süreçlere ilişkin soyutlamalar bir noktadan sonra o gerçeklik ve süreçlerle ilişkisi aşırı dolaylılaşacak, hatta büsbütün kopacak noktaya kadar taşınıp orada kendi başına, üstelik özne konumunda bir “yapı” haline getirilirse bunun adı teorisizmdir.

Hemen savunmaya geçip “Böyle işler bizi aşar” demeyin; herkes yapabilir, zaten yapmaktadır.

Örneğin, en azından 2013 yılından bu yana ha bire “üstü çizilen” bir siyasal lider yerinde dururken, üstelik bu kez devletin başı sıfatıyla yeni kanalları zorlarken hala “düzenin” bu kişinin defterini nasıl, hangi yollardan düreceğine kafayı takanlar bir tür teorisisttir.

Çünkü kafalarında kişileri, siyasal yaşamın dinamiklerini ve süreçlerini önceleyen bir yapı vardır. Bu yapı kendi aklına, rasyonalitesine, dengelerine, kırmızı çizgilerine vb. sahiptir, dolayısıyla aynı zamanda bir öznedir. Böyle olduğu için planlar, projeler hazırlar, siyasal partilere ayar verir, ülkeye rota çizer, “Kürt sorununda” çeşitli senaryolar üzerinde çalışır ve elbette sola liberal tuzaklar kurar…

Kimilerine bakılırsa en büyük meşgalesinin yukarıdakilerden sonuncusu olması gerekir.

Şimdi, bu tür düşüncelerin sadece ve sadece birkaç lisansüstü derecesi olan, gözlüklü, fularlı, pipolu ve keçi sakallı “entellere” ait olup başkalarına hiç bulaşmadığını söyleyebilir misiniz?

Evet, teorisizm burada, aramızdadır…

***

Kuşkusuz burada, aramızda olmayan, ama dünyaca ünlü başkaları da vardır.

Immanuel Wallerstein tanınmış bir akademisyendir. Değerli gözlemleri, saptamaları da vardır ve en çok “dünya sistemi teorisyeni” olarak bilinir. Yalnız bu “sistem” işine kafayı fazla taktığından olsa gerek tanımını yukarıda yapmaya çalıştığımız bir tür teorisizme bu kez dünya sistemi bağlamında o da düşmüştür. Zamanında, kurguladığı dünya sistemine, başlı başına bir özneymiş gibi akıl, “rasyonalite” biçmiştir.

O kadar ki Sovyetler Birliği’nin resmen dağılmasından hemen önce (1991) şunları yazabilmiştir: “Avrupa SSCB’nin dağılmasına karşı koyabilmek için çok çalışacaktır ve başka nedenlerden ötürü Japonya, Çin ve ABD de aynı süreçten endişe duyduğundan SSCB, muhtemelen şu ya da bu şekilde fırtınayı atlatacaktır.” (I. Wallerstein, Liberalizmden Sonra, çeviren: Erol Öz, Metis 1998, ss. 28)*

Avrupa, Japonya, Çin ve ABD’ye “dünya sistemi” olarak bir ortak akıl atfedilmiştir ve bu ortak aklın SSCB’nin dağılmasından menfaati olamayacağı düşünülmüştür.

Tersinden bakılırsa, uluslararası emperyalist odakların, sermaye çevrelerinin, sermayenin organik aydınlarının, düzenin yerleşik kurumlarının “ortak aklının” Tayyip Erdoğan’ın gitmesini isteyip “üstünü çizmeleri” gibidir.

Gelgelelim, Sovyetler çoktan dağılmıştır.

Erdoğan da yerinde durmaktadır.

***

Eleştiriyoruz ya, haklı olarak “o zaman nedir”, “süreçler sence nasıl işler” diye sorulacaktır.

Onu da açıklamaya çalışalım:

En başta, siyasal süreçlere ne kadar dolaylı yansırsa yansısın, üzeri ne kadar örtülü olursa olsun ortada sınıfsal çelişkiler ve sınıf mücadeleleri vardır.

Bu temel siyasal süreçlerde farklı aktörlerle, öznelerle temsil edilir. İktidar, siyasal partiler, devletin yerleşik kurumları, sermaye sınıfının çeşitli örgütleri, organik aydınlar, işçi sınıfının örgütleri, siyasal temsilcileri vb. Tablonun düzen tarafına bakacak olursak o taraftaki aktörlerin ya da öznelerin her birinin kendi planları ve eylemleri olduğu gibi aralarında derecesi değişen çelişkiler, anlaşmazlıklar ve bağdaşmazlıklar vardır.

Hepsinin toplamı bize elbette bir yapı verir; ancak bu, kendisi için değil, kendinde bir yapıdır.

Dolayısıyla kendi başına bir özne değildir, kendi özel aklı yoktur.

Olduğunu düşünmek, teorisizmin bir türüdür.

Bu anlamda teorisizm uzaklarda değil aramızdadır.

Sonuçta, Türkiye solu önümüzdeki kritik dönemde önemli hamleler ve açılımlar gerçekleştirmek zorundadır; bunların her birinde “üst aklın” hangi oyununa gelindiği konusunda fetva verecek teorisistler çıkacaktır.

Kulak asılmamaladır.

* Wallerstein’in bu tespitine Komünist dergisinin Haziran ayında yayınlanacak yeni sayısındaki bir yazımızda da değinilmektedir.