Yapacaklar mı yapmayacaklar mı derken Irak Kürt Bölgesel Yönetimi referandumu sonunda gerçekleşti. Türkiye’deki egemen siyaset esip gürlerken, sol da orasından burasından didiklene didiklene neredeyse bir muamma haline getirilen ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı (UKKTH) konusuna bu vesileyle bir kez daha dalmış oldu.
Doğrusunu söylemek gerekirse son derece yalın bir hak etrafında koparılan fırtınayı anlayamıyoruz. Kimin ne olduğunu tespitte adeta turnusol kâğıdı gibi kullanılmasını da… Belirli bir tarihsel arka plana, önemli siyasal uzantılara sahip bulunmasına rağmen teorik boyutu ve derinliği bulunmayan bir konuda bunca dil dökülmesine de pek anlam veremiyoruz.
Özel olarak bu coğrafyaya ve Kürtlere atıfta bulunmadan UKKTH “genelinden” söz ediyoruz.
Sanırız bu kargaşa, hakkın kendisiyle o hakkın kullanılmasına yönelik siyasal tutum arasında gerekli ayrımın yapılmamasından kaynaklanıyor.
Ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı sosyalistlerin tereddütsüz teslim etmeleri gereken bir haktır. Bu bağlamdaki “ayrılma hakkıyla” birlikte. Ancak, bu hakkı tereddütsüz kabul eden sosyalistlerin de, hakkın fiilen kullanılmasının yol açabileceği sonuçlar konusunda söz söyleme ve siyasal tutum geliştirme hakkı vardır. “Söz söyleme” ve “siyasal tutum” diyoruz; yoksa “madem böyle kullanacaksın ben de sana bu hakkı tanımıyorum” deyip müdahalede, teşvik ve tahrikte bulunma hakkı yoktur.
“Çalışma hakkı” (*) İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nden başlayarak pek çok uluslararası belgede tanınmış bir haktır. Şimdi, “sonuçta büyük bir ihtimalle ücretli emek sömürüsüne maruz kalacaklar” diye insanlara bu hakkı tanımamak neyse, olası sonuçlarını düşünerek bir ulusun kendi kaderini tayin hakkını reddetmek de aşağı yukarı odur.
Bu hakkın kullanımının yol açabileceği sonuçlar ise ayrı bir başlıktır.
***
Sovyetler Birliği'nde 1936 Anayasası Birlik Cumhuriyetlerine SSCB’den ayrılma hakkı tanıyordu.
Bir “detay” verelim: Birlik Cumhuriyetleri ile Özerk Cumhuriyetlerden oluşan SSCB’de Birlik Cumhuriyetlerinin “serbestçe ayrılma”, Özerk Cumhuriyetlerin de Birlik Cumhuriyeti statüsüne geçme hakları bulunuyordu. Ancak, bir Özerk Cumhuriyetin Birlik Cumhuriyeti olabilmesi için dört taraftan SSCB ile çevrili olmayıp ülke sınırında yer alması koşulu vardı. Çünkü Özerk Cumhuriyet Birlik Cumhuriyeti statüsü kazandığında Anayasa gereği ayrılma hakkına da sahip olacaktı.
Bir hakkın tanınması ile o hakkın fiilen kullanılması arasındaki ayrıma örnektir; yaşadığı sürece SSCB’den ayrılan Cumhuriyet olmamıştır. Bu arada “ayrılma hakkının” Anayasada yer almaması gerektiğini düşünenlerin itirazlarının Stalin tarafından kabul edilmediğini de hatırlatalım (https://espressostalinist.com/2017/05/10/soviet-democracy-and-bourgeois-democracy/).
***
Yukarıda değindiğimiz gibi, UKKTH’yi ilkesel olarak tanıyan sosyalistlerin bu hakkın kullanılmasına ilişkin görüş belirtme ve eleştiride bulunma hakları vardır. Gerçekten de “tayin hakkı” teorik değil pratik bir meseleyse, bu hakkın kullanılmasını dönemin gerçekleri, uluslararası/bölgesel güç dengeleri, emperyalist odakların projeleri gibi güncel, somut olgular çerçevesinde, yani “pratik açıdan” değerlendirmek zorunludur.
Sosyalistler hakkı tanıyor, hakkın kullanılmasını engelleyecek fiili bir müdahalede bulunmuyor ya da başka güçleri böyle bir müdahale için tahrik ve teşvik etmiyor, ancak hakkın kullanılışına çeşitli gerekçelerle eleştirel yaklaşıyorlarsa bu onları ne milliyetçi, ne şoven ne de faşist yapar.
Kendi kaderini tayin hakkı, elbette, kendi kederini tayin hakkını da kapsayacaktır.
İnsanları iliklerine kadar sömüren, her tür kirli tarakta bezi olanlar UKKTH konusunda “sonuna kadar gidilsin” dedikleri için bir anda melaikeye dönüşmeyecekleri gibi, milliyetçilik, ırkçılık ve şovenizm gibi yönelimlerden büsbütün azade insanlar da salt hakkın kullanılma yerine ve zamanına eleştirel yaklaştıkları için bir anda bunların hepsi birden oluvermezler.
Türkiye solu bu tür çocukluklardan kurtulmalıdır.
___________________________________________________________________________
(*) ABD’nin kimi eyaletlerinde çalışma hakkıyla ilgili yasal düzenlemeler işçilerin sendikalaşmalarını engelleme amacını da taşımakta olup bu ülkeye özgü bir durum sayılmalıdır.