28/29 Ocak Türkiye Komünist Partisi’nin kurucu lideri Mustafa Suphi ve partinin MK üyelerinden oluşan 15 kişilik heyetin, Kurtuluş Savaşı’na katılmak üzere Anadolu’ya geçişleri sırasında alçakça katledilmelerinin 95. Yıldönümü...
Türkiye’nin “modern tarihi”nin ilk politik cinayetlerinden birisinde komünistlerin hedef olmasında şaşılacak bir şey yok. Suphi ve yoldaşlarının Anadolu’ya dönüş kararı sosyalist bir iktidar hedefiyle alınmış bir karardır.
Tam bu nedenle, çıkarları taban tabana zıt olan iki sınıfın temsilcilerinin Karadeniz’de karşı karşıya gelişleri olarak okuyabiliriz bu katliamı ve tartışmayı da emri kim verdi sorusunun ötesine taşıyabiliriz. Örneğin Anadolu’nun tümünde ve her şeye hakim merkezi bir iktidar yoktu denilirse buna itiraz etmek pek mümkün değil. Ancak hemen hemen aynı tarihlerde, Suphilerin katlinin yanına THİF faaliyetlerinin yasaklanmasını, Yeşil Ordu’nun dağıtılmasını eklediğinizde üstelik bunlara paralel biçimde Ankara Hükümeti’nin Londra Konferansı’na davet edilip, İngiliz emperyalizmi tarafından “tanındığını” ve pazarlıkların yapıldığını eklediğimizde tablo bayağı netleşiyor.
TKP’nin kuruluşuyla daha ciddi bir tehlike haline gelen ülke içindeki dağınık komünist güçlerin tek bir merkezi siyasal-örgütsel hatta buluşması olasılığı ne pahasına olursa olsun bertaraf edilmeliydi. Bu aynı zamanda sosyalizmin bir iktidar alternatifi olması olasılığını ortadan kaldırmak anlamına geliyordu. Özetle, komünistlerin etkisizleştirilmesi kararlaştırılmış ve bu karar en alçakça biçimde uygulanmıştır.
TKP’nin doğumunun hemen kısa bir süre sonrasında gerçekleşen bu katliamla Parti en değerli yönetici kadrolarını kaybetti. Daha önemlisi, bu katliam ve takip eden saldırılar nedeniyle komünistler bağımsız bir güç olarak Kurtuluş Savaşı’ndaki yerlerini alamadı. Özetle burjuvazi, komünistleri ülkemiz tarihinin en önemli anında devre dışında bırakmayı başarırken, yıllar boyu “kökü dışarda” olarak damgalama olanağını da elde etti.
Bu kanlı hesaplaşma aynı zamanda Türkiye’nin bugün içine düştüğü acıklı durumun da arka planını yansıtmaktadır. Korkak ve hain para babaları sınıfı, kesintisiz biçimde sürdürdüğü sol düşmanlığıyla kendi iktidarını güçlendirdiği ölçüde, Türkiye karanlık bir ülkeye dönüştü.
Buradan bir parantezle devam edelim. Bu portalın yazarları olarak, yakın geçmişte farklı farklı yazılarda ülkemizin devrimci ve komünist hareketini “acılar hareketi” olarak resmedip tartışmayı sorunlu bulduğumuzu ifade etmiştik.
Tarihi sadece ağıt yakmak, aramızdan koparılıp alınmış yoldaşlarımızın ardından ağlamak için ele almak siyasal iddia taşıyan insanlar için yanlış bir yaklaşımdır. Yiğit yoldaşlarımızı, aslında bugün yapamadıklarımızın ve bunun sonucu olarak geleceğe dair umutsuzluğumuzun üzerini örtmek için kullanmak ise düpedüz saygısızlıktır. Daha da ileri gidelim, içinden geçtiğimiz dönemde Türkiye solunun önemli bir bölümü maalesef bunu yapmaktadır.
Oysa başka türlü yaklaşmak, bugüne dair dersler-görevler çıkarmak, sorumluluk üstlenmek üzere değerlendirmek de mümkün. Suphiler örneğinden bir kaç başlığa vurgu yaparak bunu deneyelim.
Geçmişi kapsamak, geleceğe uzanmak
Belki tekrardır ama en başta şu söylenmeli, bu ülkede solun geçmişini itibarsızlaştırmaya dönük söylenen her söz, yazılan her satır aslında solun geleceğini tırpanlamaya dönük bir hamlenin başlangıcıdır. Bugünün devrimcileri ancak ve ancak 100 yıla yaklaşmış sol tarihimizi bir bütün olarak sahiplenerek yürüyebilirler.
Bu temelde hareket edildikten sonra bugün komünistler açısından devrimci yenilenmenin mutlak bir zorunluluk olduğunu ekleyebiliriz.
Suphilere buradan da bakabilir. Açmaya çalışayım.
10 Eylül 1920 öncesinde de bu topraklarda örgütlü komünist faaliyetin mayalanmaya başladığını biliyoruz. Bu nedenle Suphi’nin adıyla andığımız TKP’miz bir açıdan tarihimizin ilk “birlik” hamlesidir. Farklı kanallardan oluşan komünist birikimin (elbette Komintern’in çok önemli katkısıyla) TKP çatısı altında buluşturulması başarılmıştır. TKP’nin kuruluşunun bugün hepimiz açısından bir ilk adım olarak değerlendirilmesinde bunun önemli bir payı vardır.
Öte yandan Mustafa Suphi’nin ve onun çevresindeki birikimin deyim yerindeyse Bolşevikleşmesinin asıl itici gücü Ekim Devrimi olmuştur. Bu açıdan “Osmanlı sosyalizmi” ile doğrudan bir bağları olmamıştır ve bu kuruluş sürecinde önemli bir avantaj olmuştur.
Özetle Suphilerin de, Ekim Devrimi’nin ve Komintern’in katkılarıyla önemli bir devrimci yenilenme hamlesine imza atarak yola çıktıklarını söylemeye çalışıyorum.
Hem bir sürekliliği hem de bir ileri adımı temsil ettikleri için etkili olmuşlardır diyebiliriz. Kendilerinden önceki mücadele sürecinin bilgisini, birikimini, deneyimini içerip aşmışlardır.
Pek çoğumuz için komünist hareketin doğumu anlamına gelen TKP’nin kuruluşu bile bir yeniden doğuştur, yoktan var olmamıştır, geçmişi kapsadığı ve geleceğe uzanma iddiasıyla yeni bir senteze ulaştığı ölçüde önemli bir sıçramaya imza atılmıştır.
Siyasette Cesaret
Evrimsel açıdan bakacak olursak insanın aslında cesur olmaya değil zorlu yaşam mücadelesi içinde saklanmaya-kaçmaya eğilimli olduğunu söyleyebiliriz. Belki tek tek insanlar söz konusu olduğunda korkaklar hayatta kalmaya daha yakındır. Savaşta ve savaşın başka araçlarla devamı olan siyasal mücadelelerde ise cesaretiniz yoksa ancak kısa bir süre sonra yeriniz olabilir. Gerektiğinde cesur davranamayan herhangi bir “önderlik” yok olmaya mahkumdur.
Mustafa Suphi önderliğindeki TKP kadroları, öldürülme olasılığını bilerek ve buna rağmen Kurtuluş Savaşı’na katılmak ve Anadolu topraklarında sosyalizm mücadelesini örgütlemek için ölümü göze alarak yola çıkmışlardır. Kendilerinin de fazlasıyla vakıf oldukları bu gerçeği, yeterince örgütlü olmadıkları, hayalperest oldukları için hata yaptıkları gibi eleştirel değerlendirmelere konu edindiğini biliyoruz. Bu Türkiye solunun devrimci damarını körelten sağ yaklaşımların, ifade edilsin ya da edilmesin Türkiye solunun bugünkü durumunu belirleyen önemli bir faktör olduğunu söyleyebiliriz.
Biraz da bugüne atıfla söyleyecek olursak, Türkiye’nin geleceğine dair gerçek karar vericinin emperyalizm olduğunu, onun da çok güçlü olduğunu söyleyebilirler ve hiç bitmeyecek bir sonraki evreye hazırlık yapmayı tercih edebilirlerdi. Ya da o da olabilir bu da, bu tabloda önümüzü net olarak görmüyoruz diyerek her durumda haklı çıkacakları laflar edinip kenara çekilebilirlerdi.
Bunlar elbette çok insani, çok anlaşılabilir değerlendirmeler olurdu ama ülkemizde devrimci bir arayışa imza atmış bir TKP gerçeği doğmamış olurdu.
Suphi ve yoldaşları sınıf mücadeleleri tarihinin gereğine uygun bir hamle yaptılar. Ülkede bir kavga varsa, o kavganın içinde olmanın yolu aranmalı, ülke ve emekçi halkı kurtuluşa taşımak için müdahale yolu aranmalıdır. Doğru bir hamle yaptıkları için Türkiye’de devrimcilik Mustafa Suphi’lerden beri sosyalist iktidarı belirsiz yarınlara havale etmeyip, bugünün mücadele pratiğinde aramak olarak anlam kazandı.
En önemlisi TKP’nin işçi sınıfının iktidar mücadelesi için var olduğu, sosyalist iktidar için mücadele ettiği ülkemiz komünistlerinin tarihsel belleğine kazınmış oldu.
Kısa bir kaç not ve toparlama
Bu kısa yazıda Suphi’lerin deneyiminin bugüne tüm yönleriyle yansıtılması mümkün değil. Yukarıdaki başlıkların sadece yaklaşımımıza örnek olarak değerlendirmekle yetinelim. Mustafa Suphi inançlı bir enternasyonalist, ateşli bir yurtsever olarak tarihimizdeki yerini alırken bize bıraktıklarının sadece alçakça bir saldırıyla acı biçimde sonlanan bir hayat hikayesi olmadığının altını çizmek istedik.
Yukarıda vurguladığımız bizce bugün son derece önemli noktaların yanı sıra, mücadele tarihimizin en önemli kesitlerinden birisinden, sınıf mücadelesinin, sınıf iktidarının anlamı üzerine de dersler çıkarabiliriz. Örneğin partili komünist kimliğin önemi kadar, bunun ille de bürokratik bir alana sıkışmaması gerektiğine de örnek oluşturan bir deneyimdir Suphiler... Birincil dereceden sorumluluk almış önder kadrolar olarak attıkları adımın partili komünist kimliğin devrimci bir yorumu olarak değerinin kavranması gerekiyor.
Mustafa Suphi ve yoldaşları, 10 Eylül 1920’de Türkiye Komünist Partisi’ni kurmuş ve Türkiye halklarına armağan etmişlerdi. 95 yıl önce başlarken büyük bir saldırıya uğrayan yolculuğumuz, o gün için belki bir avuç hülyalı devrimcinin hayali olan sosyalizmi şimdi milyonlarca emekçinin uğruna mücadele ettiği somut bir hedef olarak örgütlemenin mümkün olduğu bir ülkede devam ediyor.
95 yıl sonra ülkemizde devrim ve sosyalizm mücadelesinin önemli bir uğrağındayız. Suphileri, örgütlü gücümüzü sosyalizmin iktidar hedefi doğrultusunda daha da güçlendirmek için saygıyla sevgiyle anarken, TKP’mizi yeniden ve bu kez Halkın Türkiye Komünist Partisi olarak örgütlemek için onlardan devraldığımız bayrağı daha ileri taşıma inancı ve kararlılığı ile “bu daha başlangıç, mücadeleye devam” diyoruz.