Şu 'anti-emperyalizm' kavramı…

İlginç bir durum sayılmalı: Bugün Türkiye’de “sosyalist” tanımı, armudun sapı üzümün çöpü diyerek ve sarraf terazisiyle ölçerek yapılırken “anti-emperyalist” nitelemesi bol keseden pek çok kesime münasip görülebilmektedir.

Bizce burada ilgili tanımın (anti-emperyalizm) nereden hareketle yapılacağı önem taşır. Belirli bir öznenin bir döneme özgü dış politika çizgisinden ve eylemliliğinden mi yoksa ideolojik ve siyasal duruşundan mı?

Bunlardan birincisinin, emperyalist bir gücün planlarına ters düşmesi ve ona zarar vermesi mümkündür. Öyle olursa iyi de olur. Ancak, ikincisi (ideolojik ve siyasal duruş) olmadan tek başına birincisinin “anti-emperyalist” nitelemesi için yeterli olacağı kanısında değiliz.

Başka bir örnekle açıklamaya çalışalım: II. Dünya Savaşı sırasında İngiltere’nin ve ABD’nin Hitler Almanya’sına ve Mussolini İtalya’sına karşı savaştıkları, bu iki faşist ülkeyi kendi askeri güçleriyle alt etmeye çalıştıkları bir gerçektir. Peki, bu gerçek, dönemin İngiltere’sinin ve ABD’sinin aynı zamanda “anti-faşist” oldukları anlamına mı gelir? 

İkinci Dünya Savaşı ve sonrasına ilişkin bilgiler, bu soruya net bir yanıt vermemizi kolaylaştırıyor.

Birincisi: İki büyük emperyalist güç, batıyla uğraşmayıp Sovyetlere saldıracağını düşündüğü sürece Nazi yönetimine sempatiyle bakmış, hatta kendi içindeki faşist oluşumlara hoşgörülü yaklaşmıştır. İkincisi: İki büyük güç, savaş sürerken bile Nazilerin batıyla barışıp “asıl işiyle” uğraşacağı bir kırılma noktası beklemiştir. Üçüncüsü: Savaşın sona ermesiyle birlikte, özellikle ABD, kimi eski Nazilerden ve faşist döneme özgü temalardan yeni bir anti-komünist histeri dalgasını için yararlanabileceğini düşünmüş, bunun için ne gerekiyorsa hepsini yapmıştır.

Sonuçta, evet, İngiltere ve ABD Nazilere karşı savaşmış, bu rejimin Avrupa’ya ilişkin planlarının sonuçsuz kalmasında rol oynamıştır; ama bunu “anti-faşist” bir ideolojik-siyasal duruşla yapmamıştır.      

***

“Anti-emperyalizm”, içeriği ya da karşılığı 20. yüzyılda netleşen bir kavramdır. Görebildiğimiz özellikler ya da kriterler şöyle özetlenebilir:

Birincisi: Emperyalist gücün (ya da güçlerin) boyunduruğuna ve doğrudan nüfuzuna karşı bağımsız bir ulus devletin kurulmasını öngören ulusal kurtuluş mücadelesi.

İkincisi: Özellikle kamu sektörüne ağırlık vererek yabancı sermayenin ülke ekonomisi üzerindeki belirleyici gücüne son verilmesi ve hareket alanlarının sınırlanması.

Üçüncüsü: Ülkenin doğal kaynaklarının, emperyalist güçlerin ve sermaye odaklarının belirleyiciliği olmadan halkın yararı gözetilerek kullanılması ve seferber edilmesi.

Dördüncüsü: Uluslararası ilişkilerde emperyalizmin kendi küresel yapılanmalarının, ittifaklarının, askeri paktlarının, vb. dışında bağımsız bir çizgi izlenmesi. 

20. yüzyılın büyük bölümünde bir ülkenin “anti-emperyalist” konuma yerleştirilmesi için gereken ölçütler aşağı yukarı bunlardı. Bu konumdaki ülkelerin mutlaka sosyalizme yönelmeleri gerekmiyordu; ama “sosyalist sistemle” en azından dostane ilişkiler kurulması ülkelerin anti-emperyalist konumlarını pekiştirici bir etmendi.

21. yüzyıl için, yukarıda çizilen çerçevenin daha ötesine geçilmesi gerekmektedir.

***

Bugün, “bağımsız ulus devlet kurma” tamamen olmasa bile çok büyük ölçüde gündemden düşmüştür ve ortada bir “sosyalist sistem” de yoktur.  Ama dünyada başta ABD olmak üzere emperyalist güçlerle çelişkisi olan, bu güçlerle doğrudan karşı karşıya gelen ülkeler, örgütler, vb. vardır.

Bu aktörlerin hepsine,  bugün ABD’yle derin karşıtlıkları var diye “anti-emperyalist” mi diyeceğiz? 

Bir konuda en küçük bir tereddüt bile olmaması gerekir. Örneğin Suriye’de emperyalist oyunlara karşı direnen ve başarılı da olan meşru hükümet anti-emperyalist ve sosyalist güçler tarafından desteklenmelidir.  Baas rejiminin geçmişi ve gelecek niyetleri ne olursa olsun böyle yapılmalıdır. Sonra, İran’daki molla rejimine yönelebilecek herhangi bir emperyalist yok etme tehdidine ve girişimine kesinlikle karşı çıkılmalıdır. İran’daki rejiminin mahiyeti ne olursa olsun böyle yapılmalıdır.   

İyi de, böyle yapılması Esat yönetimine ve İran’daki rejime bir de “anti-emperyalist” denmesini neden gerektirsin ki?

Konuya “güncellenmiş” yeni kriterler açısından da yaklaşabiliriz:

Birincisi: Günümüzün küresel kapitalizmi, ABD’nin ya da başka bir emperyalist gücün kendisinin ötesinde bir nesnellik taşır; başka bir deyişle, günümüzün küresel kapitalizmi emperyalizmin ta kendisidir. Küreselleşmiş kapitalizmi günümüzün alternatifi olmayan yeni yapılanması olarak kabul edip sonra bu yapılanma içinde şu ya da bu gücün geriletilmesine odaklanılması, sadece aynı yapı içinde şunun değil de bunun güçlenmesine yarar ve bu da “anti-emperyalizm” değildir.

İkincisi: Bir kez daha günümüzün küresel kapitalizmi, bilinen eski emperyalist güç odaklarına bir de “emperyal” hedefleri olan başkalarını eklemiştir. “Emperyal” derken, kendi sermaye birikim ve yeniden üretim süreçlerini kendisine ait olmayan başka coğrafyalara yayarak, bu coğrafyalar üzerinde kendi siyasal ve askeri nüfuzunu oluşturarak rahatlatmaya çalışan ülkeleri kastediyoruz.   “Dinsizin hakkından imansız gelir” gibi ilkel bir mantığın esiri olmayacaksak emperyal heveslerin emperyalist projelerle çelişmesinden “anti-emperyalizm” çıkarmak mümkün görünmemektedir. 

Üçüncüsü: Milliyetçi ve/ya da dinci-fanatik bir zeminden hareketle, emekçileri dâhil başka bir ulusu, halkı, etnik ya da dinsel bir grubu, mezhebi, vb. en hafifinden “etkisiz kılmayı” en ağırından ise yok etmeyi kafasına koyan herhangi bir çizginin belirli bir emperyalist güçle karşıtlığı var diye “anti-emperyalist” ilan edilmesi bize doğru gelmemektedir.  

***

Son olarak: Önüne gelene “anti-emperyalist” denmesine itiraz eden bizler emperyalizmin özellikle bölgedeki ülkelere ve güçlere ilişkin tasarruflarına kesinlikle karşı olacağımızı söyleyebiliyoruz; peki, önüne gelene “anti-emperyalist” diyebilenler böyle dediklerinin her tür tasarrufunu “anti-emperyalizm” adına desteklemeye hazırlar mı?