Başlangıç için bir karşılaştırma:
Türkiye’de bir kesim, yakın geçmişteki baş müttefiki dâhil AKP iktidarına kesin karşı olsa bile, 15 Temmuz gecesi sokağa çıkanlar için “darbeye karşı demokrasiyi savundular” diyebilmekte, kendince böyle bir hak teslimi yapabilmektedir.
Peki, 15 Temmuz gecesi sokağa çıkanlardan “solcular zamanında çok uyarmıştı”, “bizimkiler de bu kadar saf olmasalardı, ipleri cemaatin eline bu kadar vermeselerdi” diyen olmuş mudur?
Ya hiç yoktur ya da çok az çıkmıştır.
Karşılaştırmayla başladık, üç saptamayla sürdürelim.
Bir: Bugün bakıp “işte Türkiye toplumu budur” diyebilecek durumda değiliz. Türkiye bugün 50’lerden 90’lara uzanan keskin siyasal saflaşmaların ötesinde, toplumsal-siyasal-kültürel yaşamın tümüne damga vuran bir düalite, yarılma ya da kutuplaşma içindedir.
İki: Kutuplardan birinin demokrasiyle hiçbir ilgisi yoktur. Kendi mikro dünyalarında kimi zaman uygulama olanağı bulup kimi zaman bulamadıkları otoriter “çözümleri” makro planda “reislerinden” bekleyen insanların oluşturduğu bir kesimdir. 15 Temmuz gecesi sokağa çıkmalarının nedeni de demokrasi aşkı falan değil siyasal temsilcilerini ve reislerini tehlikede görmüş olmalarıdır.
Üç: Otoriter kutup diğer kutuptan hiç etkilenmezken, o kutbu, yani belirli bir demokrasi nosyonuna sahip, laik, ilerici, giderek solcu kesimi etkileyebilmektedir.
Ciddi bir sorundur.
***
Şundan ciddi bir sorundur: Bir kutup ne yaşanmış olursa olsun bundan kendini konsolide ederek, oklarını sivrilterek, bıçaklarını bileyerek, daha da azgınlaşarak çıkarken diğer kutup empati girdaplarına sürüklenmekte, bugünkü yarılmışlık ortamında hiçbir karşılığı olmayan “yakınsama” adına kendi konumunu sulandırabilmektedir.
Örneğin, “Ne yapsak? Küçükömer’in tezlerine bir daha mı baksak?” gibisinden…
Tamam, bakılsın, ama hiç olmazsa şu görülsün: Darbecilik, artık Küçükömer’in “sağının”, yani “batıcı-laik-bürokrat” kesimin işi olmaktan çıkıp “solunun”, yani “İslamcı-doğucu” kesimin meşgalesi haline gelmiştir.
Üstelik darbe çeşitlemelerine başvuracak, kendi cenahlarından gelen askeri darbe girişimini sivil darbeyle karşılayacak ustalığa da erişmişlerdir.
***
O zaman özetleyelim: Bu ülkede mevcut yarılma, en geniş anlamıyla solun, “karşı tarafı da anlamaya”, “o kesimin duyarlılıklarına hitap edecek” söylemler geliştirmeye ve sonuçta “demokrasinin asgari müştereklerinde buluşmaya” yönelik girişimlerini sonuçsuz bırakacak boyutlara ulaşmıştır.
Sorulabilir: Yarılma ve kutuplaşma gibi terimler biraz aşırı değil mi? Evet, otoriter kutup siyasal temsil düzleminde, sokaklardaki kalabalıklarda görülebiliyor; ama bunlar toplumun genişçe bir kesimini ne ölçüde temsil ediyor? Kutuplaşma derken, belirli bir kutba tam anlamıyla bağlı sayılamayacak milyonlar göz ardı edilmiş olmuyor mu?
Doğrudur, böyle “milyonlar” gerçekten vardır; ama siyaset sosyolojisinin konusudur.
Siyasetin kendisi ise, siyaset sosyolojisinin ilgilendiği farklılıkların ve belirsizliklerin kendini teslim ettiği kanaldır: Bu kanalda sadeleşir, belirginleşir ve yön kazanır.
Almanya’da 1933 öncesinden sonrasına geçişte olduğu gibi…
O halde otoriter kutbun karşısındaki kesimin yapması gereken, “gevşek” milyonların sosyolojisinden siyaset türetmek değil, kendi siyasetiyle bu sosyolojiye ulaşmaya çalışmaktır.
Olmuyor mu?
Demokrasi diyoruz tınmıyorlar…
Özgürlük diyoruz, duvar gibi…
Eşitlik diyoruz öylece bakıyorlar…
Eğer böyleyse, o zaman “yarılma” gerçekten var demektir, bu bir… Eğer böyleyse, bu değerlere sahip çıkan ve nicelik olarak hiç de küçümsenemeyecek bir kesime odaklanır, orayı pekiştirip siyaset alanında daha aktif kılmaya çalışırsın, bu da iki…
***
İki noktaya daha değinip bitirelim.
Birincisi: Son dönemde çok sözü edilen, Türkiye’nin “Atlantik ekseninden” uzaklaşıp başka eksenlere yanaşması, tartışmaya değer bir başlıktır. Ancak, bir nokta kesindir: Yalnızca bir dış politika manevrasından ibaret sayılmamalı, içerde daha otoriter ve baskıcı yönelimlere zemin oluşturucu yanı da hesaba katılmalıdır.
İkincisi: Nereye ne zaman ve nasıl yönleneceğini bugünden kestirmek çok güç olsa bile bir de milyonlarca insanın arkasında durduğu Kürt siyaseti vardır.
Üzerinde belirli bir basınç oluşturulması hiç mi mümkün değildir?