Türkiye’de yaşlı nüfusun sayıca ve genel nüfus içindeki oran itibarıyla arttığını biliyoruz. Doğal bir demografik gelişmedir; yani tepeden dayatılan Kemalist modernizasyon sürecinin sonucu sayılamaz (burası şakaydı). Örneğin, 2007 yılında Türkiye’de 55 yaş ve üzeri nüfus 9,8 milyon, bu kesimin genel nüfus içindeki payı %12 iken 2017 yılında bu rakamlar sırasıyla 14 milyon ve %17 olmuştur.
İstatistiksel ayrıntılara girmeden asıl konumuza gelip iki nokta üzerinde duralım. Birincisi: Bugün sağın mutlak hegemonyası altında olan daha küçük nüfuslu illeri bir yana bırakırsak, nüfusu 1 milyonu aşan, siyaset açısından dinamik özellikler taşıyan illerde 55 yaş ve üzeri önemlice bir nüfus bulunmaktadır. İkincisi: Bu nüfusun sol-sosyalist düşünceye sahip insanları, 1980 öncesinin siyasal aktivizm ortamında yer almış, belirli bir deneyime sahip kişilerdir.
Devam edersek, sözü edilen illerin hepsinde öğrenci sayısı binlerle, hatta on binlerle ifade edilen yüksek öğrenim kurumları bulunmaktadır. Sonra, sol-sosyalist eğilimlilerin öğrenci kesim içinde genel nüfusa göre daha yüksek bir oran oluşturdukları söylenebilir.
Bir ek daha: Bugün Türkiye, üniversitelerde sol siyasal aktivizmin bastırılması, neredeyse yok edilmesi bakımından “karanlık” bir dönemden geçmektedir. Hani “kampus devrimciliği” denir ya bu bile artık neredeyse büsbütün imkânsız hale gelmiştir.
Bunların hepsini toparlarsak?
***
Soru, Türkiye solunun 55 yaş ve üzerindeki insanlarıyla gençlerin ve öğrencilerin sözü edilen coğrafyalarda birlikte bir “sinerji” yaratıp yaratamayacaklarıyla ilgilidir.
Türkiye sol hareketinin görece yaşlı ve deneyimli kesimleri, “kampus devrimciliği” imkânları çok daralmış gençlere kendi yerelliklerinde neler sunabilir?
Eğer yerelliklerde “dış halkalara”, yörenin insanı denebilecek emekçilere uzanmak gibi bir gündem varsa, görece yaşlı ve deneyimli kişilerin, bu uğraşın çoğu kişinin düşündüğü gibi bir “gençlik heyecanından” ibaret olmadığını gösterme bakımından özel yerleri ve avantajları olacaktır.
55 yaş ve üzeri solcu ve sosyalistler, en azından 1970’li yıllara kadar giden kendi deneyimlerini “nasihat” ve “vaaz” şeklinde değil, ama süzerek ve güncelleyerek genç kuşaklara aktardıklarında son derece yararlı bir iş yapmış olacaktır. Bu insanlar, geçmişte hangi “çizgiye” mensup olmuş olurlarsa olsunlar hepsi anti-faşist mücadele gibi ortak bir deneyimin paylaşımcılarıdır. Üstelik bu geçmiş deneyim günümüzün siyasal ortamı ve gelişmeleri açısından değerli ipuçları da vermektedir.
Hiç mi sorun yok?
Türkiye’den ve sol-sosyalist mücadeleden söz ediyorsak olmaması zaten mümkün değildir.
Örneğin, gençler başına buyruk davranmaya eğilimliyken daha yaşlı ve deneyimli olanlar kendi deneyimlerini üzerine pek bir şey katmadan mutlak doğrular olarak gençlere dayatma eğilimi sergileyebileceklerdir.
Ama bunlar aşılmayacak sorunlar değildir.
Aşmanın yolu da farklı kuşaklardan kişilerin güncelden ve yerel gündemlerden kopmayan, mücadele odaklı, tartışmalı, katılımcı örgütlülük formlarında ya da ağlarında buluşmalarından geçmektedir.
***
Dünya Sağlık Örgütü (WHO) başta çeşitli uluslararası kuruluşların son dönemde kullandıkları kavramlarından biri de kaliteli/sağlıklı/başarılı yaşlanmadır.
Fiziksel ve zihinsel sağlık ayrı; “kaliteli yaşlanmanın” önemli göstergeleri arasında kendini geliştirme, yaşamda yeni bir evreye işaret eden kararlar alabilme, yeni ilişkiler kurup bu ilişkileri sürdürebilme ve çevreye, topluluğa katkıda bulunma yer almaktadır.
Yani denmektedir ki insanlar fiziksel ve zihinsel sağlıklarını korumanın ötesinde bunları yapabildiklerinde “kaliteli” ya da “başarılı” bir yaşlanma sürecinin temsilcileri olabilmektedir.
Nerede, hangi yerellikte olurlarsa olsunlar, bütün bunları hakkını vererek yapabilecek insanların en başında sosyalistlerin geldiği açıktır.