Önce kısa bir tarihçe.
1979 yılında Türkiye İşçi Partisi’nden (TİP) ayrılan ve yoluna “Sosyalist İktidar” dergisiyle devam eden oluşumun temel tespitlerinden biriydi: Türkiye’de sosyalist hareket yoğun baskı dönemlerinde ayakta kalmaya çalışmış, saygın bir direnç sergilemiş, sonra “açılım” ya da “atılım” denebilecek uğraklarda belirli bir “kitleselleşme” eşiğini aşabilmiş, ancak işin “iktidar perspektifi” boyutunu büyük ölçüde ihmal etmişti…
İktidar perspektifi, sosyalist teoride ve pratikte önemli yer tutan “güncel mücadele ile nihai hedef arasındaki bağlantıya” ilişkin bir kavramsallaştırmadır. Kabaca özetleyecek olursak şöyledir: Mücadele sürecinin uğraklarında ortaya çıkan güncel durumlar, bu durumların dayattığı güncel görevler, acil hedefler/talepler ne olursa olsun, bunlar nihai hedefi unutturmamalı, güncelliğe de nihai hedef gözetilerek, bu perspektiften yaklaşılmalıdır…
Yani sosyalist hareket, güncelde esen rüzgârlarla oraya buraya savrulmamalı, bu rüzgârların kendisini nihai hedeften uzaklaştırmasına izin vermemelidir.
Elbette bundan ibaret değildir: Sosyalist hareket, ayrıca, kendi dışındaki olgulara ve kurumlara da gene nihai hedefi hep akılda tutarak yaklaşmalıdır. Örneğin, verili güncellikle düzen içinde devindiği görülen bir hareketin buradan alınıp başka yerlere taşınması üzerinde durulmalıdır… Kurulu düzenin payandaları oldukları aşikâr kurumlar bu nedenle mücadele gündeminin büsbütün dışında bırakılmamalı, en azından kendi içinden çözülmeleri için “oynanması” gereken yapılar olarak görülmelidir…
Buraya kadar sorun yok gibi görünüyor.
O zaman biraz daha ilerleyelim.
***
Soru şudur: “Sosyalist iktidar perspektifi” sürecin belirli bir noktasında “kurulduktan”, “oluşturulduktan” vb. sonra hep öyle kalıp daha sonraki uğraklarda ilk hali neyse özneye öyle mi yol gösterir? Öznenin güncelliğe müdahalelerini şekillendirecek olan, iktidar perspektifinin en baştaki kurgulanışı mıdır?
Daha açık olması için Türkiye’ye bakıp örneklemeye çalışalım.
Türkiye sosyalist hareketinin 50’li yıllarda iktidar perspektifine sahip bir özne tarafından temsil edildiğini varsayalım. Yani diyelim ortada bu açıdan bir “boşluk” yoktur; özne iktidar perspektifine sahiptir ve dönemin güncelliğine bu perspektiften müdahale etmeye çalışmaktadır.
Peki, 1950’lerin bu öznesi, hemen ardından gelen 27 Mayıs 1960, 15-16 Haziran 1970 büyük işçi direnişi ve 12 Mart 1971 askeri müdahalesi gibi önemli olgular karşısında 1950’lerdeki perspektifine hiç dokunmayacak, bunu yeniden üretme gereğini hiç mi duymayacaktır?
“Biz bunları bilmeyiz, bilsek de önemsemeyiz, sen bize Lenin’den ve Bolşevizm’den bahset” diyeceklere: Orada iktidar perspektifi hep vardır da, bu perspektif örneğin 1902’de, 1905 devriminde, Stolipin reformları döneminde, Birinci Dünya Savaşı’nda, 1917 Şubat’ında ve Nisan’ında hiç değişip zenginleşmeden hep aynı mı kalmıştır?
***
O zaman, konunun “teorik düzlemde” ifade edilişi şöyle olabilir: Sosyalist iktidar perspektifi, en başta bir kez ortaya konulduktan sonra o haliyle daha sonraki tüm uğraklarda “sabit yatırım” olarak kalacak bir kurgu değil, nihai hedefe yönelen yeni yolların aranmasına, eskilerinin yenilenip güncelleştirilmesine açık, bu anlamda dinamik içeriğiyle ele alınmalıdır…
Başka bir deyişle, iktidar perspektifi, kuşkusuz en baştaki kurguya atıfla, ancak her seferinde belirli bir tarihsel-siyasal döneme damgasını vuran ve kendi özgüllüklerine sahip çelişkiler yumağının içinden yeniden ve yeniden üretilmelidir.
Öbür türlüsü, dinamik ve sıçramalı değil doğrusal bir çizgi olur ve bu doğrusal çizginin en ucunda ilk baştaki konuluşuyla duran “iktidar perspektifinin” güncellikle ilişkilenememesi, ona hiç değmemesi gibi bir tehlike kapıyı çalmaya başlar.
***
2015 yılı sonlarının Türkiye’si…
Sermaye sınıfı-siyaset-devlet üçgenindeki ilişkilerde “burjuva demokrasisi” çerçevesindeki her kuralı, kurumu, standardı ve meşruiyeti ayaklar altına alan bir siyasal iktidar…
“Yönetilebilir” hale gelmesi istendiği halde her kritik uğrakta yönetilebilirlik sınırlarını zorlayan ve aşan Kürt hareketi…
Düzen cephesinde pek çok kesimin gönlünde yattığı açık olduğu halde her adımda ve gelişmede daha da ötelenen “normalleşme” ya da “restorasyon”…
Ve biraz geriye dönersek, elde var 2013 Haziran direnişi…
Bu ortamda ve koşullarda “sosyalist iktidar perspektifi” mi?
Ya “bizde zaten var” deyip bununla yetineceğiz ya da yukarıda sıralananların ışığında yeniden üreteceğiz.
Mesele budur…