Türkiye’de 1960’lı yılların milli demokratik devrim (MDD)-sosyalist devrim (SD) tartışmaları, salt “strateji tartışması” sayılmamalıdır. Sosyalist hareket Marx’ı, Lenin’i, Mao’yu ve başkalarını büyük ölçüde bu tartışmanın harareti içinde tanımış ve öğrenmiştir.
Kabaca söylenirse MDD’ciler Türkiye için “aşamalı” bir devrim süreci öngörüyorlardı. SD’ciler ise Türkiye’de burjuva devrimin (ki millilik ve demokratiklik böyle bir devrimin karşılığı olabilirdi) “esas olarak” tamamlandığını, dolayısıyla bu aşamaya gerek olmadığını savunuyorlardı. SD’cilere göre, işin “millilik” yanına yeniden dönüldüğünde, anti-emperyalist mücadele aynı zamanda ve mutlaka anti-kapitalist (yani sosyalist) temelde verilmeliydi…
Kabaca, böyle.
Yazıdaki amacımız, bu tartışmaya yeniden dönmek değil. Hele hele, bugün sosyalist harekette MDD görüşünü savunan pek çıkmadığından “bakın gördünüz mü?” diye durumu eski MDD’cilerin başına kakmak hiç değil.
Tersine, amacımız, sosyalist devrim tezinin geçmişten kalan kimi eksikliklerini kapatmaya çalışmak…
***
SD tezinin giderilmesi gereken eksikliği, az önceki “esas olarak” tanımında saklıdır.
“Esas olarak” tanımı yanlış değildi. Ancak, tarihsel olarak, burjuva devrimler döneminin yapısal ve üstyapısal alanlardaki tanımlanmış ve evrensel kimi sonuçlarına işaret ediyordu: Kapitalizmin gelişmesinin önündeki engellerin (feodalizmin tasfiyesi dâhil) kaldırılması, sermaye birikiminin ve özel mülkiyetin güvence altına alınması, modern ulus devletin kurulması, devletin bu bağlamda yeniden yapılandırılması, temsili demokrasiye geçilmesi, yurttaşlık temelinde bir eşitliğin sağlanması ve diğerleri…
İşte bunlar gerçekleştiğinde burjuva devrim “esas olarak” tamamlanmış oluyordu.
Doğruydu, ama önemli bir eksikliği de vardı…
Eksikti; çünkü burjuva devrim “esas olarak” tamamlandığında, burjuva-demokratik özlemler ve talepler de tam karşılanmış olmuyordu. Çünkü sermaye egemenliğinin kendini sürdürmek için başvurduğu yeni birikim modelleri, üstyapı alanındaki yeni düzenlemeler vb. ha bire daha önce gündemde olmayan yeni burjuva-demokratik özlemler (dolayısıyla talepler) üretiyordu.
Dolayısıyla, yapılacak önemli ek şu oluyor: Burjuva devrimin tarihsel anlamda “esas olarak” tamamlanması, bundan sonra ortaya çıkacak özlemlerin ve taleplerin burjuva değil mutlaka “sosyalist” karakter taşımasını gerektirmez…
Kastettiğimiz, tam olarak şudur: Kapitalizmin yarattığı, bu üretim tarzının sonucu olan pek çok özlemin ve talebin, gene bu üretim tarzının sınırları içinde kalarak karşılanması, meseleye en üst soyutlama düzeyinde bakıldığında mümkündür. Söz konusu özlem ve talepler bu nedenle burjuva-demokratik karakterdedir.
Örneğin?
Örneğin, en üst soyutlama düzeyinde bakıldığında, kayıt dışı sektörün kapitalist üretim tarzının olmazsa olmaz’ı olduğu söylenebilir mi?
Aynı düzeyde bakıldığında, kapitalizm, örneğin çocuk işçiliği olmadan kendini sürdüremez mi?
Kadının düşük ücretli işlere mahkûm edilmesi, tarımda mevsimlik emek göçü vb. en üst soyutlama düzeyinde (yanlış yorumlanacağından emin olduğumuzdan yeniden altını çizerek yazdık) kapitalizme içkin midir?
Bunların hepsine “hayır” deniyorsa, o zaman bir alt düzeye, daha somuta, yani toplumsal formasyon düzeyine inilmesi gerekiyor.
***
En üst soyutlama düzeyinde alındığında kapitalizmin doğasına aykırı sayılamayacak durumlar, belirli bir toplumsal formasyon düzeyine inildiğinde bu kez kapitalist üretim tarzının kendini sürdürmesi açısından vazgeçilmez hale gelir. Dahası, aslında burjuva-demokratik karakterdeki pek çok talep, bu vazgeçilmezlik nedeniyle, ne burjuva demokrasisi sınırları içinde karşılanabilir ne de “yeni” ve “daha ileri” bir burjuva devrimin harekete geçirici motoru olabilir.
O zaman, burjuva devrimin “esas olarak” tamamlandığını gene söyleyelim; ama bu “dolgularla” birlikte…
***
Tamam, ama bütün bunlar “daha somut” ve “daha güncel” olarak ne anlama geliyor?
Örneğin, eğer Leninizm diyorsak, Leninizm burada nereye oturuyor?
Sadece şu bilinsin yeter: Günümüzde, örneğin Türkiye’de, on yıllardır süren sermaye egemenliğinin ürettiği yeni özlemlerin ve taleplerin “yeni” bir burjuva devrimle karşılanması büsbütün imkânsız olduğuna göre, daha da karmaşıklaşmış, çeşitlenmiş ve yaygınlaşmış burjuva-demokratik özlemlerin sosyalist bir devrime taşınması, özde “farklı” değil ama “yenilenmiş” bir öncülük anlayışını ve pratiğini gerektirmektedir.
“Eskisi bize yeter” deniyorsa, buna söyleyecek sözümüz yoktur…