Amacımız, “ironi yapma” ya da bir şeyleri “başa kakma” değil.
Derdimiz şu:
Öyle şeyler söyleniyor ki anlamakta gerçekten güçlük çekiyoruz ve içtenlikle ekleyelim, bu anlama eksikliğimizi de en başta siyasete ilişkin kendi toyluğumuza, bu işlerin erbabı olmaktan uzak konumumuza bağlıyoruz.
Özetle ve sırasıyla gidelim: 1) Erdoğan’ın ve AKP’sinin, hem başta ABD olmak üzere emperyalizmin hem de ülkedeki sermaye çevrelerinin gözünde “bittiği” söylenmiştir ve bugün de söylenmektedir. 2) Bu bitişe rağmen AKP’nin gene de “bitmemesi”, 2013 Haziran’ından başlayıp günümüze uzanan dönemde CHP ve HDP’nin, yani belirli muhalefet odaklarının basiretsizliğine bağlanmaktadır.
Tamam diyelim ve devam edelim.
Gelgelelim, Erdoğan’ı ve AKP’yi bitiremedikleri için kıyasıya eleştirilenler, eleştirenler tarafından aynı zamanda ABD’nin ve AB’nin dümen suyunda, sermaye sınıfına bağlı burjuva partiler olarak görülmekte, böyle ilan edilmektedir.
Bu durumda, AKP’yi bitirme cesaret ve basiretini gösteremeyenler, “neden AKP’yi ve Erdoğan’ı bitirip de emperyalizmin ve sermaye sınıfının kimi kaygılarını giderecek, bu odaklarla daha uyumlu bir siyasal ortam yaratamadınız” diye mi eleştirilmektedir?
Eğer yakın geçmişte güç odaklarının gündeminde liberal dalganın yükseldiği bir restorasyon projesi gerçekten var idiyse, eleştirilen partilere “neden bunu beceremediniz” diye mi sitem edilmekte ve yüklenilmektedir?
Akıl erdiremediğimiz nokta budur.
***
Belki asıl meram başkadır da şu veya bu nedenle açıkça söylenmemektedir.
Örneğin şöyle: Tamam, sizlerin emperyalizmle ve sermaye sınıfıyla belirli bağlarınız var, bu odaklarla köprüleri atma gibi bir niyetinizin olmadığı da çok açık… Ama bu ülkede sizlere umut bağlayan, destekleyen, oy veren milyonlarca ilerici, yurtsever, laik, solcu yurttaş var, emekçi var; öbür tarafa baktığınız kadar bu kesimlere de baksaydınız ya…
Akıl erdiremediğimiz noktanın geri planında bu varsa tamamdır, söylenecek şey yoktur.
Söylenecek şey yoktur; ama iş keskin görünmeye geldiğinde belirli partileri silme, baştan aşağı “işbirlikçi” ve “burjuva” ilan etmekle, başka gereklilikler ortaya çıktığında oralara “ama siz de AKP karşısında size umut bağlayan milyonların sesi olun” talebiyle gitmek arasında bir bağdaşmazlık vardır.
***
Geçmişte, 1970’li yıllarda daha iyiydi.
O zamanlar hiç olmazsa “sosyal demokrasinin ikili yanı” denirdi; biri sermayeye öbürü emekçilere bakardı. Biz de kafamızda denizkızı gibi yarısı insan yarısı balık bir yaratık canlandırır, hangi yarının sermayeye hangisinin emeğe bakıyor olabileceği üzerinde tartışırdık…
Şimdi o da yok…
Bugün “sosyal demokrasi”, keskin görünme kaygısının belirlediği uğraklar daha baskın olduğundan genellikle bunlardan bir tanesi olarak görülüyor (sermayeye yanlılığı anlamında ya tam insan ya da tam balık). Denizkızı motifini andıran yaklaşımlara ise, düz ve doğrudan siyasetin, keskin görünme derdinin daha geri planda kaldığı analizlerde, çok daha seyrek başvuruluyor.
Düz ve doğrudan siyasetle siyasal analiz arasında bir açı olması doğaldır; ama bu kadar büyük bir açı doğal sayılmamalıdır.
Neyse…
Hepsini geçersek, bir gerçek apaçık ortada durmaktadır: Bu ülkede gerçek ve bulaşıksız sol güçler örgütlenip ülke siyasetine kendi ağırlığını koymadığı sürece, “basiretsiz”, “kifayetsiz” vb. bulunan siyasal odakların kendi dinamikleriyle AKP rejimi karşısında sağlam ve tutarlı denebilecek bir çizgiye yerleşmeleri hiçbir şekilde mümkün olmayacaktır.
Bu durumda yapılması gereken iş de bellidir: Mecliste temsil edilen partiler dışında, eli yüzü düzgün, amasız fakatsız solda duran bir siyasal odak oluşturmak…
Yoksa bir siyaset rasathanesinde oturup her Allah’ın günü bu odakların hangi yeni olumsuzluklara imza attıklarını sağa sola ilan etmenin fazla anlamı ve getirisi olmayacaktır.