Sonuca varmayan bir güncel durum değerlendirmesi

İmamoğlu’nun mazbatasını almasını izleyen günlerde Türkiye önemli gelişmelere sahne oldu. Bunların arasında en önemlisi hiç kuşkusuz CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun Çubuk’ta maruz kaldığı saldırı…

Son 5-6 gün içinde yaşananlar, söylenen sözler ve yapılan açıklamalar, siyasetin akışı ve mantığı açısından farklı biçimlerde yorumlanabilir. Ancak, bütün bunların geri planında bir “ana kaynak”, bir “indirgeme noktası”, bir “tetikleyici olgu” olduğunu varsaymak ve bunun üzerinde durmak daha ön açıcı olacaktır.

Bizce, yukarıdaki özellikleri karşılayan olgu, “cumhur ittifakının” kendi iç dinamiği, dengeleri ve müttefiklerin karşılıklı ayar verme girişimleridir.   

İşin içinde elbette İstanbul seçimleri ve bu seçimlerin yenilenme ihtimali, muhalefetteki belediyelere ne yapılacağı, AKP’nin kendi içindeki mırıldanmalar, yeni parti girişimleri, Kürt siyaseti karşısındaki tutum, “erken seçim” ve akla gelebilecek başka pek çok konu vardır. Ancak, bugün için gündemde başat yer tutan, başka bir deyişle bütün bunlara altlık oluşturacak asıl açıklayıcı öğe cumhur ittifakının kendi iç dinamiğidir.

***

Aşağıdaki gelişmelerin yabana atılması herhalde mümkün değildir:

İmamoğlu’na mazbatası verildikten sonra Bahçeli “Sandıktan her çıkanı kabul mü edeceğiz” demiş, daha ileri giderek İstanbul Belediye Başkanlığını da beka sorununun içine katmıştır… Erdoğan “kızgın demiri soğutmak” demiş, “Türkiye ittifakından” söz etmiş, Bahçeli “Henüz zamanı değil” yanıtının ardından “Ne kastettiğini bilemeyiz, bizim bildiğimiz cumhur ittifakıdır” çıkışını yapmıştır… Bahçeli bir de AKP’nin yeddi eminiymiş gibi bu partiden çıkıp yeni parti kuracağı söylenenlere çatma gereğini duymuştur…

Nihayet, en son saldırı olayının ardından CHP liderinin ülkedeki hangi coğrafyalara gidebileceğine ilişkin kendince istatistiksel standartlar getirmeye kalkmıştır.

Bir yorum: Erdoğan ve Bahçeli aralarında anlaşmışlardır; hepsi danışıklı dövüştür ve malum, biri iyi diğeri kötü polisi oynamaktadır…  

Diğer yorum: Bahçeli ülkedeki genel havayı koklamıştır;AKP’nin bu ortamda kendi içinden sallanabileceğini, kimi konularda “su koyuvereceğini” görmüş, ipleri elinde tutan lider havasıyla öne fırlayıp sınırlar çizmiş, yüzde 18,81’lik oy oranından söz ederek AKP’ye “Bizsiz yapamazsınız” mesajı vermiştir…

Bizce daha gerçekçi görünen ve üzerinde durulması gereken ikinci yorumdur.

Gerçekçi bulmadığımız ilk yoruma dönerek iki noktaya değinelim. Birincisi: Reisin kendi meramını ve niyetlerini Bahçeli’ye söylettiği düşüncesi zorlama olacaktır. Kurgu buysa, “kızgın demiri soğutma” ya da “Türkiye ittifakı” gibi sözler bu kurgu için fazla gelecek, sonra rücu edilmesi çok zor sözlerdir. İkincisi: AKP’nin ve reisinin, Bahçeli’nin bu tür çıkışlarından kendi adına yararlanmak, parsa toplamak isteyeceği söylenebilir, ancak buradan bir “danışıklı dövüş” sonucu çıkmaz. “Sen öne çıkıp sivri şeyler söyle, ben de bundan kendi adıma yararlanayım” gibi bir hesabı Bahçeli niye kabul etsin ki?

***

Neyse, bundan sonra ne olur?

Biraz gerilere gidelim:

Türkiye 2001 yılında ciddi bir ekonomik kriz yaşadı. Ülke DSP, MHP ve ANAP koalisyonuyla yönetiliyordu. 2002 yılının Temmuz ile Kasım ayları arasında olan oldu. Ecevit’in sağlık durumu nedeniyle başbakanlık yapıp yapamayacağı tartışılırken koalisyonun üç ortağından MHP’nin lideri Bahçeli o malum “hodri meydan” lafını edip seçim istedi. Kasım ayında yapılan seçimlerde koalisyonu oluşturan üç parti de meclis dışı kalırken yeni kurulan AKP tek başına iktidar oldu…

Bu örneği herhangi bir benzerlik imasıyla değil, “yöntemsel” denebilecek bir noktaya işaret etmek için verdik: 2002 yılı başlarında, Türkiye’nin erken seçime gideceğini, koalisyon partilerinin hepsinin meclis dışı kalıp çiçeği burnunda AKP’nin iktidar olacağını öngören tek bir kişi bile yoktu. Daha sonraları geriye dönük tahliller yapılmış, geçmişteki her şeye bir anlam verilmiş, taşlar yerine oturtulmuştur…

“Yöntemsel” dediğimiz nokta ise şudur: Türkiye’de siyasal süreçler hiçbir zaman bu süreçlerde rol oynayan temel öğelerden birinin kendi gelişimiyle belirli bir noktaya evrilmez. Her zaman değişen ilişkiler, karşılıklı etkileşimler ve çoğu kez de dış faktörlerin etkili olduğu bir süreklilik söz konusudur. Bunlar, hep birlikte önceden kestirilemeyecek özel bir uğrağa ulaştıklarında ise “olan olur”, var olan eğilimlerden birinin üstün gelmesiyle yeni bir evreye geçilir.

Gene böyle olacaktır.

“Yok, ben ne olacağını önceden biliyorum” diyen varsa da elbette dinlemeye hazırız.