Sönmekte olan balon düzenli hareket edemez!

2016 Haziran’ın son haftasına önemli iki “olay” sığdı. İngiltere’deki 23 Haziran referandumundan AB’den ayrılma kararı çıktı. Hemen ardından, iki gün içinde Türkiye’nin Rusya ve İsrail’le ilişkilerinin “normalleşmesi” yolunda anlaşmalara varıldığı açıklandı.

Su damlası bile birikmeden damlamıyor. Bu iki “olay” da gökten düşmedi. Biriken, olgunlaşan eğilimler zamanı geldiğinde, incelmiş noktalardan dışa vurdular.  

***

Avrupa Birleşik Devletler’i eski bir “proje”dir. Lenin, 1915’te, “Avrupa Birleşik Devletleri” sloganının, Alman, Avusturya ve Rus monarşilerini deviren bir devrim olmadıkça siyasal açıdan anlamsız ve sahte, emperyalizmin ekonomik koşulları açısından ise ya olanaksız ya da gerici olduğunu yazmıştı. Gerekçesi yalındı: Kapitalizmde tek tek işletmelerin ve devletlerin düzgün/eşit ekonomik büyümesi olanaksızdır; sık sık bozulan dengeleri yeniden sağlamanın sanayide kriz ve siyasette savaştan başka bir yolu yoktur. " (Lenin, Toplu Yapıtlar, Cilt 21, s. 340, 341)

Avrupa Birliği, 1980’den ve özellikle de Sovyetler Birliği’nin dağıldığı 1991’den sonra bir yandan “küreselleşme”nin ileri bir birleşik devlet modeli, bir yandan da başta Doğu Avrupa ülkeleri olmak üzere, oraya kapağı atan herkesin mutlu ve müreffeh olacağı bir kurtuluş vahası olarak parlatıldı.

Gericiliği bir yana, olanaksızlığı daha baştan belliydi. 5-6 ülkelik “çekirdek” Avrupa ile Güney Avrupa ve Doğu Avrupa’nın öteki ülkeleri arasında ekonomik gelişmişlik  ve güç farkı o kadar büyük, kapitalizmde rekabet o ölçüde kıran kıranaydı ki… Bu farkı yumuşatmak ve emmek için “çok vitesli Avrupa” vb. formüllerle Almanya hegemonyasındaki bu gerici, emperyalist projeyi sürdürülebilir kılmaya çalıştılar. Olmadı. Brexit, sorunun vites kutusunda, hatta motorda olduğunu gösterdi.

Oylamada kim ne yaptı, bundan sonra döküleni nasıl toplamaya çalışırlar, İngiltere’nin bölünmesi önlenebilir mi, verili koşullarda AB’nin dağılması süreci ırkçı faşizan eğilimleri daha da mı azdırır ? Bu soruların tek yanıtı yok. Brexit bir devrim değil. Britanya sermaye sınıfı bu biçimde bölünmeseydi, bu sonuç çıkmazdı. Yakın erimde o yönde ya da bu yönde çok çeşitli, farklı çabalar, gelişmeler olabilir. Önerim, bunların içinde kaybolmadan şu yalın duruma odaklanmaktır: 2008’de patlayan yapısal krizle birlikte, emperyalist-kapitalizmin “sistemik kaos”u ağırlaşmış, işçi sınıfının, sosyalist hareketin düzeni reel olarak tehdit etmediği bir zamanda kapitalizmin krizi uygarlık krizi biçimini almıştır.

Kapitalizmin ve uygarlık krizinin nedeni tek sözcüğe sığdırılabilir: Eşitsizlik! Dünya, hiç bu kadar eşitsiz olmamış, zenginle yoksul arasındaki mesafe hiç bu kadar açılmamıştı. Krizdeki açgözlü sermaye dünyayı, insanlığı yutuyor; doğasıyla, binlerce yılda kazanılmış değerleriyle kurutuyor. Artık çırılçıplak kendisidir. Krizin sonuçlarına tepkilerin, kimi zaman “Müslüman” intihar bombacısı, kimi zaman bencil ve “beyaz” Avrupalı kılığına bürünmesi kimseyi yanıltmamalıdır! Hoşnutsuzluk ve tepkinin somut toplumsal temeli eşitsizlik, güvensizlik ve gelecek korkusudur! Tepki ve isyan için doğru bir bilinç gerekmiyor.

***

Emperyalist devletler ve sermaye öbekleri arasında yeni türden bir paylaşım kavgası sürüyor.  Bu kavganın, somut olarak hangi biçimler alacağını, ilk iki dünya savaşı türünden büyük bir dünya savaşına yol açıp açmayacağını şimdilik bilemiyoruz. Kavganın varlığı, keskinleştiği, emperyalist güçlerin yeniden öbekleştiği, öbekleşme eksenlerinin oynak ve değişken olduğu, herkesin herkesle savaşının, herkesin herkesle pazarlık/müzakere biçimlerine de büründüğü ise kesindir.

Yeni bir dünya düzeni, tüm dünyaya sözünü geçirebilen bir yer yok. Küresel yönetim krizi ve boşluğu var! Kapitalizm balonu sönüyor ve sönmekte olan balon düzenli hareket edemiyor! Tüm dünyada, Ortadoğu’da, Suriye-Türkiye ekseninde yaşananlara, yeni öbekleşmelere buradan bakmak gerekiyor.

***

Erdoğan-Davutoğlu ikilisinin, “yeni Osmanlıcılık”,  Müslüman Kardeşler’le işbirliği, Suriye’de “oyun kuruculuk” denemeleri fiyaskoyla sonuçlandı. Erdoğan Türkiye’sinin, ABD ve AB ile ilişkilerinde ortaya çıkan pürüzleri, Suriye süreçlerinden dışlanmayı, Kürt siyasetinde tıkanıklığı, ama aynı zamanda tekelci sermayenin bölge pastasındaki payında daralmayı anlatan “değerli yalnızlığı” sürdürmesi olanaksızdı. İsrail ve Rusya ile yakınlaşma Erdoğan’ın tecritten çıkma adımlarıdır. Arkasının geleceği bellidir: Mısır'la ve hatta Esad Suriyesi ile ilişkileri düzeltmeye çalışacaklar. Kaotik dünya durumunun herkesin herkesle pazarlık yürüttüğü koşullarına, Türkiye kapitalizminin ve sermaye sınıfının gereksinmelerine uygun, Kürt sorununda manevra olanaklarını genişleten yeni bir strateji kuruyorlar.

Madalyonun öteki yüzünde şunlar var: “Dünya lideri”, “sağlam irade” Erdoğan ilk kez, hem de oldukça nazik başlıklarda geri adım atmış oldu. Karizması çizildi. Bunu göze alması ciddi biçimde sıkıştığını gösteriyor. Meclis muhalefetinin zayıflığı, İslamcı hareketlerin oportünistliği Erdoğan’ın İsrail ve Rusya’yla yakınlaşmasının doğuracağı tepkileri soğurmasını kolaylaştırabilir. Ama ne yaparsa yapsın, yeni durum yeni ilişki ve öbekleşmeler yaratacaktır. Bir rejimin stratejik değişikliklere gitmek zorunda olduğu anın, aynı zamanda zayıf zamanı olduğunu unutmayalım.

Emperyalist kapitalizmin ve Türkiye düzeninin bocaladığı, insanlığa hiçbir iyi gelecek vaat edemediği koşullarda, günceldeki yetmezliklere takılmadan durumdan görev çıkarıp bakışları ve enerjileri dönemin hazırlık görevlerine yoğunlaştırmanın zamanıdır.