Son kuşaklar kime yar olacak?

Cüneyt Göksu’yla yaptığımız ve İleri TV’de yayınlanan gençlik söyleşisinde eksik kalan bir noktaya burada kısaca değinmek istiyoruz.

Cumhuriyet tarihinde, gençliğe özel önem veren, genç kuşaklara belirli bir “form” kazandırmaya çalışan iki dönem ve iktidar olmuştur. İlki, tek parti dönemi, ikincisi de son 18 yılın AKP iktidarıdır. İlki başarılı olmuştur. İkincisi ise tüm çabalarına rağmen başarılı olamamaktadır ve bunu zaman zaman kendisi de açıkça dile getirmektedir.

Gençliğe özel önem ve yatırım, birbirinden apayrı bu iki dönemin ve iktidarın üstlendikleri misyonların zorunlu bir sonucudur. Bir kere, yeni bir yerden başlamak, geçmişten kopmak, başka bir ülke “yaratmak” isteyenler, yani kurucular, gençliğe özel önem vermek zorundadır.

“Kurulmuş”, “oturmuş”, “yerleşmiş”, “şekillenmiş”, vb. sayılanları reddetmek, yıkmak, yok etmek ve yerine başka bir şey getirmek isteyenler de öyledir; onlar da gençliğe özel yatırım yapmak zorundadır.

1950’den 2002 yılına kadar uzanan iktidarlar ise ne kuruculuk ne de yıkıcılık anlamında radikal misyonlar üstlenmediklerinden böyle özel bir zorunluluk duymamış, işleri idare etmekle yetinmiştir.

***

Cumhuriyet, kuruluşunu izleyen 20-30 yıl içinde istediği gençliği yaratmada büyük ölçüde başarılı olmuştur. AKP iktidarı ise son 18 yıl içinde önünde bulduğu genç kuşakları düşündüğü gibi yoğurup istediği kıvama getirememiştir. Mevzi başarıları olduğu söylenebilse bile genele bakıldığında bu alandaki başarısı Cumhuriyet’in ilk dönemlerdeki başarısının yanına yaklaşamaz.

Nedenleri?

Kurucu da yıkıcı da geçmişe yüklenmek zorundadır. Cumhuriyet, geçmişe yüklenirken daha “reel” ve gençliğe değebilecek noktaları gündeme getiriyordu: İstibdat, kulluk, geri kalmışlık, eğitimsizlik, yobazlık, cehalet, kadınlar için “ikinci sınıf” yurttaşlık, ülkeyi savaşa sürükleyenler, vesaire…

AKP iktidarının buldukları ise, kimileri düpedüz yalan olmak üzere hem bu kadar reel değildi hem de özellikle gençlere değmekten çok uzaktı: Samanlık yapılan camiler, inim inim inletilen mütedeyyin kesimler, dış politikada “milletin erkekliğini öldüren” monşerler, elimizdeyken başka ülkelere verilen adalar, ulaşımda “hiç olmamış” demiryolları, kızlı erkekli aynı evlerde kalmalar, bira içmeler, 18 yıl önce olmayan “arabalar”, vesaire…

Başka nedenlerden söz etmek de mümkün.

Milliyetçilik, her iki dönemde de öne çıkarıldı. Ne var ki Cumhuriyet döneminin milliyetçiliği başka ülkelerle hırlaşma yerine içeriye yöneltilir, ülkenin “muasır medeniyet seviyesine ulaşması” bağlamına yerleştirilirken, AKP döneminin milliyetçiliği birtakım dış meseleleri öne çıkarmış, ancak bu meselelerde kopardığı gürültünün karşılığı sayılabilecek bir kazanım sağlayamamıştır. Başka bir deyişle, Cumhuriyet dönemi milliyetçiliği dünya ülkelerinin büyük ölçüde kendi içlerine kapandıkları bir konjonktürle örtüşürken AKP’nin dışa bakan “küreselleşme milliyetçiliği”, atılan naralarla fiilen elde edilenler arasındaki kapanmayacak bir açıyla malul olmuştur.

Nihayet, birtakım doğal olaylar ve süreçler de yıkıp yenisini kurma uğraşında gençliği gözüne kestiren AKP’ye “verdikçe vermemiştir.” Önüne hangi harfi koyarsanız koyun, gözü kulağı çok uzak yerlere kolaylıkla ulaşabilen genç bir kuşağın son bir yıl içinde yaşanan Corona-19 salgını ve deprem gibi olayları “takdiri ilahi” olarak kabullenmesini sağlamak neredeyse imkansızdır.

***

Evet, bu söylediklerimiz, AKP rejiminin gençliği istediği kalıba sokmasının mümkün olmadığı anlamına gelmektedir; ama sadece bu sonuca bakıp bugünün ve yarının gençlerini “bizden” olacağı da sanılmamalıdır.

Cumhuriyet tarihinde belki de ilk kez bu kadar “ortada” bir kuşak görülmektedir. AKP’nin istediği şekle girmeyeceği kesindir de sosyalizme yar olmasının herhangi bir garantisi yoktur.

Görev, onların dilinden en iyi anlayanlar başta olmak üzere, hangi kuşaktan olurlarsa olsunlar sosyalistlere düşmektedir.

Bir de şu “orantısız zeka” meselesini fazla abartmadan…