Solun düşünsel ufku

Sol siyasette güncelliği gözetmek, bu anlamda “reel politika” yapmak mı?

Örgütlü mücadele ve örgütün “sorunları” mı?

İkisine de “evet” ve “elbette” demek gerekir; yani bunlar yapılır, bunlarla ilgilenilir, uğraşılır. Başka türlüsü olamaz.

Gelgelelim, örgütlü mücadele içinde güncel politika yapanların da bir düşünsel ufku olmak zorundadır. Örgütlü siyaset söz konusu olduğunda bu ufuk kurgulanır, geliştirilir ve hep birlikte paylaşılır. 

Ufuk derken neyi kastediyoruz?

Ülkedeki güncel siyasetin akışına ilişkin okumaları, geliştirilen strateji ve taktikleri, ittifak kurgularını ve siyasal iktidar perspektifini birkaç adım geçin, ama John Lennon’un “Imagine”ına gelmeden arada bir yerde durun. Bu yere “ilk evre” diyebilirsiniz.  İktidar uğrağı ile belki daha “ütopik” denilebilecek kurgular arasındaki geniş gri alan olarak da tanımlayabilirsiniz.

Solun işte böyle bir ufku olmalıdır.

Bu ufuk, siyasal iktidar sonrasında “Nasıl bir Türkiye?” sorusunun kesin olmasa bile yanıt denemelerini de içermelidir. Daha açık olsun diye ekleyelim; örneğin kent, çevre sorunlarına nasıl yaklaşılacağına, sözgelimi turizm sektörünün nasıl düzenleneceğine ilişkin düşünce ve öneriler de bu ufkun birer parçası olmalıdır.

Kuşkusuz, bunlar ha deyince olacak şeyler değildir; zaman, emek ve kararlılık gerektirir. Ancak gene de ufkun bu tür “ayrıntılarını” önceleyen, daha genel bir vizyondan da söz edebiliriz ki yazının asıl konusu budur.

***

Biz, ufkun ya da vizyonun ana kaynağı olarak Marksizm’i görüyoruz.

Sartre’ın zamanında dediği gibi “çağımızın felsefi ufku” olan Marksizm’i… Gerçi Sartre bunu 57 yıl önce söylemiştir, ama değişen bir şey olduğunu düşünmüyoruz.

Biz düşünmüyoruz da düşünenler vardır. Hepsi kendini solcu olarak tanımlayan, bizce de öyle olan bu kesimde yer alanların kimisi açık kimisi daha örtük biçimde Marksizm’in “aşılmış” yanlarına işaret etmektedir.

Bu bağlamda iki damardan söz edebiliyoruz.

Birinci damar, Marksizm’in sınıf, sınıf mücadelesi, sömürü, proletarya diktatörlüğü gibi kategorilerini “eskimiş” ya da “aşılmış” sayarak bunların yerine ademi merkeziyetçilik temelinde, yerelci, demokratik toplum örgütlenmelerini önermektedir. Bu damarın Marksizm’le asıl sorunu, az önce sıralanan Marksist kategorilerin ulus devlet ölçek alındığında en azından başlarda belirli bir merkeziliği ve merkeziyetçi müdahaleleri öngörmesidir.

Bizim bu damarla asıl sorunumuz ise, belirli bir ulusal sorunun çözümü bağlamında önerilebilecek ve tartışılabilecek bir modelin daha ötelere geçilerek çağımızın evrensel “sosyalizm modeli” olarak sunulmasıdır. 

Zamanı gelince (gelip gelmeyeceği de belli değildir) daha ayrıntılı tartışırız.

***

İkinci damar, öyle fazla “entelektüel derinlik” taşımaz; daha çok güncelci ve reel politiktir. Kimi zaman açık dile getirilse de çoğunlukla örtük kalan kabulü şöyledir: Bildiğimiz anlamda sosyalizm 20. yüzyılın gündemi ya da paradigmasıydı, orada kalmıştır… Çağımızın paradigması ise, ulus devletlerin ABD’nin başını çektiği emperyalist sisteme başkaldırması, ABD emperyalizmini geriletip inine tıkması ve dünyayı bu anlamda özgürleştirmesidir.

Ondan sonra?

Ondan sonrası pek yoktur ya da vardır da söylenmemektedir. Belki de şudur: Amerikan hegemonyasına son verme adına kendi ulus devletlerine kul köle olmayı, bu devletlerin zenginleşip Amerika’ya karşı dikilebilmesi için en olumsuz koşullarda çalışmayı, milliyetçiliği, çeşitli hak ve özgürlüklerden yoksun kalmayı içlerine sindiren milyonlarca emekçi, maksat hasıl olduktan sonra hala mecalleri kalmışsa “Şimdi sosyalizm zamanı” diyecektir…

Belki onu da demeyip örneğin bir dönem III Enternasyonal’de de dillendirilen, Türkiye’de 30’ların başında Kadro dergisinin üzerinde durduğu “üçüncü” ya da “kapitalist olmayan” (ama sosyalist de olmayan) yolu 21. yüzyılın temel paradigması olarak ilan edecektir.   

Birinci damarın liberal, ikinci damarın ise milliyetçi (hatta yer yer faşizan) eğilimlere yataklık ettiğini söyleyip bitirelim.

Gerekirse yeniden tartışırız.