Baştan belirtelim: Okuyacağınız yazının esin kaynağı B. Sadık Albayrak’ın bu portalde 31 Aralık 2016 tarihinde yayınlanan “Diyalogsuzlar” başlıklı yazısıdır.
Albayrak, “Devrimcilerin Olmayan Diyalogu” ara başlığı altında devrimciler arasında diyalog ihtiyacını vurgulamaktadır. Bunun olmayışından yakındıktan sonra yazısını “Yeni yılın hepimiz için karşılıklı, derin, ateşli diyaloglar yılı olması” dileğiyle noktalamaktadır.
Albayrak’ın monologdan yakınıp diyalog aradığı alan, özel bir alandır: Edebiyat. Bu özel alan tercihi hiç kuşkusuz Albayrak’ın edebiyat dışı alanlar için “diyalog olmasa da olur” düşüncesinde olduğu anlamına gelmez. Önce bunu teslim edelim. Bize gelince: Bu özel alanda diyaloga girmek şöyle dursun monolog tutturacak donanımımız bile olmadığından Albayrak’a verdiği esin için teşekkür ediyor ve konuyu bir başka alana kaydırmak istiyoruz:
Teorik, ideolojik ve siyasal konularda sol içi diyalog…
Olabilir mi olamaz mı?
***
1960’ların başından günümüze uzanan ve artık yarım yüzyılı aşan bir tarihsel dönemde “sol içi diyalogun” üç evreli döngüler sergilediğini söyleyebiliriz.
Birinci evreye yoğun, tarafların birbirlerinin dediklerini anladıkları ve ciddiye aldıkları, kendi açılarından belirli bir derinliğe ulaşmaya çalıştıkları “diyalog”, daha doğrusu tartışma ortamları damga vurur. Bu ortamlarda taraflar birbirlerini “belirli görüşleri” nedeniyle eleştirirler. Siyasal bağlanma, örgütsel angajmana baskındır.
İkinci evrede ise siyasal ortamların canlılığı, hareketlilik ve “güncel/acil” görevler tartışmaların önüne geçmeye başlar. Diyalog ve “söz” gene vardır; ancak bunlar, “çok uzakta kalanları” büsbütün dışlamak üzere birbirine görece yakın duranlar arasında görülür. “Belirli görüşler nedeniyle eleştirme”, yerini yavaş yavaş “bir şeycilikle mahkûm etmeye” bırakırken siyasal bağlanma da örgütsel angajmana indirgenir.
Üçüncü ve son evre ise sedimantasyon (çökelme); bir tür “evli evinde köylü köyünde” evresidir. Tartışma, hatta “diyalog” bile artık bitmiştir. Herhangi bir taraf için başka tarafların her biri “bir şeyci”dir. Genel olarak ortamı belirleyen, her biri iç tahkimata, geçmiş-gelenek güzellemesine ve örgütsel angajman yüceltimine yönelik bir monologlar dizisidir.
Bu modelin, 1960-80, 1985-2000 ve 2000-günümüz olmak üzere son yarım yüzyıl içinde kendini genel hatlarıyla üç kez tekrarladığı kanısındayız.
Elbette, tartışmaya (“diyaloga”) açık olmak üzere…
***
Soru: Bugün Türkiye solu malum döngüyü bu kez tersine çevirecek ortamları yaratamaz mı? Başka bir deyişle, bugünkü “çökelme” durumunu tümüyle reddetmeden, onu sıfırlamaya kalkmadan, her şeye rağmen beraberinde getirdiği birikime değer vererek, hareket ve mücadele içinde “karşılıklı ve derin” ve (çok abartmadan) “ateşli” diyalog-tartışma süreçlerini başlatamaz mı?
“Gerçekçi” olduğumuzu, güzel de olsa neyin artık olamayacağını kestirebildiğimizi teyit için bir 68’liyi dinleyelim:
“68 üniversitesi… Hayat ve siyaset üniversiteleri. Bu şartlarda yetişen kuşak, çok değişik fikirlerin ve yapıların yer aldığı bir büyük gençlik örgütünün çatısında yer aldı (…) Bu büyük kitle örgütünün içinde birlikte hareket edebiliyor, üniversite amfilerinde, miting meydanlarında, dergi bürolarında, eylem alanlarında tartışıyor, konuşuyor, iç içe geçebiliyorlardı. Bu bir düşünce ve eylem ocağıdır. İnsan bu şartlarda biçimleniyor. Bizden sonra, 74’ten itibaren durum değişti, kitle hareketi yükseldi. 4-5 yıl içinde şaşırtıcı boyutlara vardı.” (Muzaffer Oruçoğlu Anlatıyor, Zavot’tan Vartinik’e, Söyleşi: İbrahim Ekinci, Ayrıntı Yayınları 2016, s. 148).
Gerçekten anlatıldığı gibiydi ve güzeldi…
Ancak, oraya değen yanları mutlaka olmakla birlikte mesele artık bir “gençlik meselesi” olmaktan çıkmıştır ve solun bu saatten sonra 68’i aynı Oruçoğlu’nun anlattığı gibi yeniden yaşaması mümkün değildir.
Gene de, Türkiye solunun birbirine görece yakın duran öbeklerinin, döngüyü tersine çevirmek üzere, kendi birikimleri temelinde, hareketten ve eylemlilikten hiç geri durmadan, “Saray rejimine karşı mücadele”, “referandum çalışmaları” vb. ötesindeki başlıkları kırıp dökmeden tartışabilecekleri ortamlar yaratılmasında büyük yarar olduğunu düşünüyoruz.
“Yeni yılın hepimiz için karşılıklı, derin, ateşli diyaloglar yılı olması dileğiyle…”
Not: Sonuncusunda ateş düşürücülere ihtiyaç olduğunu kabul ediyoruz.