Sol ve solculuk: Anlaşmazlık noktaları
Sol ve solculuk gibi kavramlarda elde kuyumcu terazisiyle dolaşmanın, kendini solda gören birinin karşısına “O zaman söyle bakalım; üretim araçlarının özel mülkiyeti ile üretimin sosyal karakteri arasındaki çelişki sence nasıl çözülür?” sorusuyla çıkmanın bir anlamı yoktur.
Şu “sağcılık-solculuk” meselesinde, özellikle kimin “solcu” sayılabileceğine ilişkin değerlendirmelerde ülkedeki pek çok sosyalistten farklı düşündüğümüzü belirterek başlayalım.
Söyleyeceklerimiz (bir kez daha) tartışmaya açıktır.
***
Sorun, solun ve solculuğun kendi başına bir ideoloji sayılmasından kaynaklanıyor. Oysa sol kavramı, tarihte ilk kez kullanıldığı olayda olduğu gibi, zaman içinde süreklilik taşıyan bir düşünce sisteminden çok gelişmeler ve somut olaylar karşısında alınan tutumlara işaret eder. Başka bir deyişle sol ve solculuk, sosyalizm, komünizm, milliyetçilik, muhafazakarlık ve liberalizmden farklı olarak muhtemel tutumları önceden şekillendiren bir zemin değil, ortaya çıkan durumlar karşısında benimsenen tutumlarla ilgili kavramlardır.
Dolayısıyla bir öznenin belirli bir konuda sol tutum alması, ardından başka bir konuda sağ bir yönelim sergilemesi mümkündür. Dahası, konu bireyler düzeyinde alındığında, kendini solcu olarak tanımlayan ve öyle de olan bir kişinin ideolojik yönelimi, sosyalizmden sosyal demokrasiye, sivil toplumculuğa, demokratlığa ve anarşizme kadar uzanan geniş yelpazedeki herhangi bir renge yakın olabilir.
Bu durumda, sol ve solculuk gibi kavramlarda elde kuyumcu terazisiyle dolaşmanın, kendini solda gören birinin karşısına “O zaman söyle bakalım; üretim araçlarının özel mülkiyeti ile üretimin sosyal karakteri arasındaki çelişki sence nasıl çözülür?” sorusuyla çıkmanın bir anlamı yoktur.
***
Kavramın tarihçesi dedik; çok biliniyor olsa da kısaca hatırlatalım: 1789 Fransız İhtilali ardından toplanan Ulusal Meclis bir anayasa yapmaya koyuluyor. Tartışılan konu, krala tanınacak yetkiler. Kral, meclisten çıkan kararlarda mutlak veto hakkına sahip olsun mu olmasın mı? Kralın bu alandaki yetkilerinin sınırlanmasını ve mutlak veto hakkının tanınmamasını isteyenler meclisteki başkanlık divanına göre salonun sol tarafında oturuyorlar. “Sol” ve “solculuk” kavramları da böyle ortaya çıkıyor.
O zamandan günümüze “sol”, hep daha radikal, daha demokrat, daha özgürlükçü konum ve tutumlar için kullanılıyor; geleneklere daha bağlı olanlar, çeşitli konularda muhafazakar-tutucu konumda yer alanlar da “sağ” ve “sağcı” sayılıyor. Üstelik bu ayrım, bizdeki yaygınlıkta olmasa bile dünyanın başka ülkelerinde de sürüyor. Kemal Kılıçdaroğlu’nun bir ara dediğinin tersine “geçmişte”, 18. yüzyılda kalmıyor (Kılıçdaroğlu’nun dediği doğru sayılırsa, İsmet İnönü’nün “ortanın solu” çıkışının 176 yıllık bir eskimişlikle malul olduğunu söylemek gerekir).
Tekrar vurgulayalım: İtirazımız, sol ve solculuk kavramlarının, sanki bu kavramların doğrudan doğruya Marksizm ve sosyalizm dışında hiçbir karşılığı yokmuşçasına “hasis” biçimde kullanılmasınadır. Solcu olmanın getirdiği hassasiyetlerin gerçek karşılığını ancak sosyalizmde bulabileceğini söylemek başka, bu noktaya henüz gelmemiş ya da gelemeyecek olanların sol hassasiyetlerini “aslında sol değil” diye çizip atmak başkadır.
***
Malumatfuruş görünme pahasına biraz daha ayrıntıya inelim:
Solun kendi başına bir ideoloji olmayışı ve daha çok belirli konulardaki tutumları ve eğilimleri anlatmada işlevli olması sonucunda bu kavram genellikle “kanat” ekiyle birlikte kullanılır. Örneğin belirli bir hatta oturan partilerde partiyi kimi meselelerde daha sola çekmek isteyenlerin bu partinin “sol kanadında” yer aldıkları söylenir. ABD’de Bernie Sanders’in Demokrat Parti içindeki konumunda olduğu gibi. “Bizim” tarihimizde de 1917 Devrimi sonrasında komünist partileri kendilerince “daha sola” çekmek isteyenler olmuştur ve böylelerinin konumu “çocukluk hastalığı” nitelemesiyle birlikte “sol kanat komünizmi” olarak tanımlanmıştır.
Bu son örnekte de “sol kanat komünizmi” temsilcilerinden konjonktüre özgü tepkilerin ötesinde uzun soluklu ve kalıcı bir ideolojik formasyon çıkmamıştır.
***
Bütün bunları neden anlatıyoruz?
Solun tanımının olmaması gereken bir katılıkta ve kuyumcu terazisi kullanılarak yapılması siyasetin imkanlarını ve fırsatlarını köreltici etkiler yaratacak, sosyalizme yeni insan kazanmanın yaşamsal önem taşıdığı bir dönemde kimseye yararı olmayacak bir müşkülpesentliği de beraberinde getirecektir.
Öyle ya: Senin dışındaki insanların ve öznelerin senden bağımsız olarak senin istediğin ölçütleri karşılaması mümkün görülüyorsa sana ne gerek var?