Sol ve parantez kapatıcılar

Moral bozukluğu ve bezginlik, insanları pek farkında olmadan bu ülkedeki gericiliğin kurucu söylemine ortak edebilir.

Kurucu söylem şöyle özetlenebilir: Türkiye toplumunun bir mayası, özü, doğası vardır; laiklik başta, Cumhuriyet’in modernleştirici girişimleri dışsal dayatmalar olarak kalmış, sonuçta toplum kendi doğası gereği bunları reddetmiş, hep aslını aramış, ona dönmek istemiştir…

Öteden beri bildiğimiz gericileri geçtik… Aynısını söyleyen liberaller vardır; artık gerici sayılmaları gerektiğinden onları da geçtik… Gerici ve liberal olmadıkları halde benzer bir düşünceyle umutsuzluğa kapılıp köşesine çekilenler vardır.

Onları da geçelim mi?

Geçelim…

Bir de, aynı söylemi örtük biçimde benimseyen, ama havlu atmayan, kuyruğu dik tutan, mücadeleye devam edenler vardır. Bir tür teselliyle birlikte: Durum böyle, ama bu topluma pek uymayan işleri zorladığımızdan çok değerli, çok saygın bir uğraş içindeyiz… O halde devam…   

Bu sonuncusu da reddedilmelidir.

***

Cumhuriyet’in hamleleri sahiden “dışsal”, “dayatmacı”, bu toplumda hiç karşılığı olmayan çabalardan mı ibaretti?

Soru önemlidir.

Ancak, eğer yöntemsel titizlik denilen şeyin bir anlamı varsa, bu soruya girmeden ortaya konulması gereken daha temel, daha kapsayıcı bir çerçeveye ihtiyacımız olacaktır.

Buradan devam edelim.

Gündemimiz, bir yanıyla Marx’ın Feuerbach Üzerine Tezlerinden 6’ıncısıyla benzerlik taşır: İnsanın özü (doğası)… Var mıdır yok mudur? Marx bu tezinde “insanın özü” fikrini ret mi eder? Bunun gibi, bir toplumun özünden, doğasından söz etmek mümkün müdür? Meraklısı, Marx’ın teziyle ilgili tartışmalara, örneğin Norman Geras’ın çalışmasına göz atabilir (Geras, Marx ve İnsan Doğası, Birikim Yayınları, 2002).

Şimdi, “insanın özünü” bir yana bırakalım ve toplumla ilgili görüşümüzü olabildiğince net biçimde ortaya koyalım:

Sınıflı hiçbir toplumun, tarih dışı; tarihsel süreçlerden, belirli üretim biçimlerine özgü sınıf dinamiklerinden ve mücadelelerinden bağımsız, bunları önceleyen kendi mayası, hamuru, aslı, özü, doğası ya da başka bir haltı olamaz…

Daha doğrusu, “asıl”, “öz”, “doğa” diye neyi gösterirseniz gösterin mutlaka bir “şekillendirilmişliktir”, “yapılmışlıktır”.

Kısacası, “bizim toplumumuz şöyledir” diyenler bir kez daha düşünmelidir:  Toplum, herhangi bir “öz” gereği değil az önce sıralanan süreçler ve dinamikler sonucunda “öyle” olmuş, “öyle” şekillenmiştir… Üstelik bu “oluş” ve “şekillenme” yeni ve farklı bileşimlerle sürüp gidecektir…

Yoksa böyle değil mi?

Değilse, o zaman nedir?

Yani 1970’li yıllarda CHP’nin aldığı oya CHP dışı solun niceliği de eklendiğinde ortaya çıkan yüzde 50, DİSK’in ulaştığı üye sayısı, solun bugün hiç girilemez görünen illere ve bölgelere girmesi vb. bu toplumun “özüne” ya da “doğasına” aykırı durumlar mı sayılmalıdır?

Öyleyse, şu nevi şahsına münhasır toplumumuzun “özü” böyle bir aykırılığa nasıl izin vermiştir?

Sonra, hep statik bir “olan” vardır da süreç içinde “yapan” hiç mi yoktur? Gericiliğin özellikle 1940’ların ikinci yarısıyla birlikte yükselişe geçmesi, emperyalizmin “yeşil kuşak” projeleri, 12 Eylül’ün en başta dine müracaatı, bu toplumu aslına ya da özüne döndürmeye yönelik işler midir?

2013 Haziranında milyonlarca insan salt içinde yaşadıkların toplumun doğasına inat olsun diye mi sokaklara çıkmıştır?

Böyleyse, o zaman AKP’lilerin pek meraklı oldukları şu “parantez kapatma” olayına da he diyelim olsun bitsin…

***

Türkiye’nin bugün düne göre kimi yönlerden bir “Orta Doğu toplumuna” daha çok benzediği doğrudur.

Ama dikkat: Bu durumu ortaya çıkaran, öteden beri var olanın, bir “özün” üzerine serilen örtünün artık kalkması, açılan bir parantezin kapanması değildir. Ortada bir üretim tarzı vardır, meta ilişkilerinin yaygınlaşması vardır, sermaye birikim süreçleri vardır, bunlarla eşzamanlı sınıf mücadeleleri ve bu mücadelelerin siyasal temsilcileri vardır…

Bugünkü Türkiye de, bu mücadelede mutlak üstünlüğü 35 yıldır aralıksız sürdürenlerin, sahip oldukları gücü hasımlarına neredeyse hiç alan bırakmayacak şekilde kullananların eseridir.

Onlar “yapmış”, onlar “oldurmuş”tur.

Yarın biz yaparız, başka bir şey “olur”…