Yavuz Bingöl’e göre öyle…
Okur, tutup Bingöl gibi biriyle uğraşacağımızı sanmasın. Sol “hasta” falan değildir; ama Bingöl’e karşı çıkacağız diye solun sıhhat ve afiyetinin maşallah dedirtecek kadar iyi olduğunu söylemek de doğru olmaz.
Solun önemli sorunları vardır.
İşin zahmetli tarafı ise, bu sorunların asıl kaynağına gidebilmek, bunu ortaya koyabilmektir.
Bunu deneyeceğiz.
***
Görebildiğimiz kadarıyla bugün sol, üçüncü tarihsel doğum sancıları içindedir.
1917 ile 1925 arasındaki yılları solun ilk doğum sancılarını yaşadığı dönem olarak görebiliriz. İkinci sancı dönemi 1960’larda yaşanmıştır. Bugün yaşanan ise doğum sancısı dönemlerinin en uzunudur: 12 Eylül’den “çıkış” ve sosyalist sistemin çöküşü ile başlamıştır ve hala sürmektedir.
Doğum sancılarından kastettiğimiz, solun verili dünya ve ülke koşullarında kendini şekillendirmesi / yeniden şekillendirmesidir. Elenmeler, düşmeler, başka saflara geçmelerle birlikte bu dönemlerin özelliği, düşenler dışında kalan daha eskilerin yenilerle birlikte kendini sürdürmenin yollarını araması, bir “erime potası” bulmasıdır.
İlkinde de ikincisinde de kolay olmamış, sancılı geçmiştir. İçinde bulunduğumuz üçüncü dönemin özelliği, 12 Eylül’ün ağır darbelerinin ardından gelen 10 yıllık Özal döneminin ve nihayet 16 yıllık AKP iktidarının Türkiye’nin çehresini, hadi kestirmeden gidelim “insanını” önceki iki döneme de baskın çıkacak ölçülerde değiştirmiş olmasıdır.
Bu köklü değişim nedeniyle eskilerin yenilerle ortak bir erime potasında buluşması da yenilerin başka yenilerle birlikte “bayrağı artık biz taşıyoruz” demesi de güçleşmektedir.
Sancılar bu güçlüğün getirdiği sancılardır.
***
Türkiye’nin 1980’lerden bu yana geçirdiği değişime ilişkin “kodlamaları” şöyle bir düşünelim. Liberalizm, postmodern etkiler, “birey olma”, “vitrine çıkma” tutkularının artması, enformasyonun bilginin yerini alması, kolay beğenmeme, sinizmin gelişkinlik sayılması, süreçleri en yakından izleyenlerin bile “aktif katılma” söz konusu olduğunda geride durması, çürüme, yozlaşma, vb. vb.
Eğer böyleyse bütün bunların solun insanlarını bir şekilde etkilememesi mümkün değildir. 12 Eylül öncesinden günümüze gelebilen “eskiler” kendi deneyimleri ve mayalarıyla sağlam kalabilseler bile yenilerle iletişimde, birlikte yürüyüp yeni yolları denemede güçlük çekmektedir.
Ortaya çıkan genel tabloda, eskilerin yenilerle birlikte oldukları örgütler, “mevcutların en iyisi olduklarını” geçmişe referanslarla ve/ya da güncel birtakım sapmalardan ne kadar münezzeh kaldıklarıyla açıklayıp durumu idare ve kendilerini idame ettirmektedir.
Genişleyen değil, basit yeniden üretimdir.
***
Basit yeniden üretimle iştigal eden örgütlerin dışında onlara göre çok daha geniş sayılabilecek bir yeni / genç sol kuşak söz konusudur. 12 Eylül’den günümüze çehresi değişen, “yeni” Türkiye’nin insanlarıdır; bu Türkiye’nin etkilerini ve izlerini taşımaktadır.
Çoğu, bir şey satın almadan, böyle bir niyet de taşımadan çarşı pazar dolaşan “alışverişçi” gibidir; birer “birey” olarak katı kriterleri vardır, her şeyi kolay beğenmezler; katılmaktan çok izlemeyi tercih ederler; komplo kurgularına fazlasıyla meraklıdırlar..
Teoriye, tarihe, ideolojiye, Marksizm’e ilgi derseniz, hiç yok denemese bile sınırlıdır. Bize göre, 12 Eylül sonrası kuşakta bu ilginin son temsilcileri, doğum tarihleri 1970’lerin ilk yarısına denk gelenlerdir.
Az önce sözünü ettiğimiz basit yeniden üretim sürecindeki örgütlerle bu yeni kesim arasında ilginç bir etkileşim vardır. Kolay beğenmeyen, katılmaktan çok izlemeyi tercih eden ve sinik yaklaşımlara eğilimli olanlar, beslenme girdilerini ve bahanelerini basit yeniden üretim sürecindekilerin kendilerini idame ettirme adına tedavüle soktukları birtakım etiketlerle bulmaktadır.
O liberal, öbürü Kemalizm’den kopamamış, beriki “Kürt kuyrukçusu”, birileri kariyerist, şunlar şunlar Sorosçu, diğerleri ise “darbeci”, “Stalinist” vb.
Ne yazık ki (şimdilik) böyle gitmektedir.
***
Çözüm mü?
Bir tek çözüm vardır: Yaşa başa bakmadan, özellikle emekçi kesimden, kendi çevresinde ('yerellerde') lafı sözü dinlenir, geçmişteki örgütsel angajman bakımından “bakir” yeni insanlara ulaşılması...
Basit değil genişlemiş yeniden üretim arayanlarla bu yeni kesimlerin ortak bir erime potasında buluşmaları…
Üçüncü dönemin doğum sancıları önce böyle hafifleyecek, sonra da kesilecektir.