Türkiye kırdan kente göç sürecini batıdakine göre geç, ama daha kısa bir zaman diliminde daha hızlı yaşadı.
Bu hızlı kentleşmenin sonuçlarından biri, kırsalın büyük kentlerde yeniden üretilmesi oldu. Öyle ki kentleşme (urbanization) terimi fiziksel-mekânsal anlamdaki değişimin yanı sıra insanların pek çok yönden “kentli olmalarını” da anlatırken bizde “kentleşme” ve “kentlileşme” olarak iki ayrı kavrama başvurma zorunluluğu ortaya çıktı.
Yani kırsal kökenli insanlar kente gelip yerleşiyor, orada yaşamaya başlıyor, ama pek çok açıdan “kentli” olamıyordu.
Uzatmayalım:Türkiye bu ikilemin çözümünü kasabalılaşma olarak bulmuş görünüyor.
Ülkedeki göç örüntüsü ağırlıklı olarak köyden doğrudan büyük kente göç şeklinde gerçekleşmiş, kasaba baypas edilmişti. İşte, o kasaba şimdi bir “denge unsuru” olarak kendi varlığını hissettirmektedir.
Özellikle siyaset alanında…
***
İddiamız şu: Türkiye’de siyaset bugün çok partili dönemin önceki her kesitine göre daha fazla kasabalılaşmıştır. Günümüz Türkiye’sinde “Zübükzade İbraam” (Aziz Nesin) tarzı siyaset eskisine göre daha geçerlidir.
Örneğin, bir Cumhurbaşkanlığı seçimine eşlik eden propaganda tarzının 40 bin nüfuslu bir kasabanın belediye başkanlığı seçiminden pek farkı kalmamıştır. “Millet bahçesi” projesini anlatan bir Cumhurbaşkanı adayının “Vatandaş orada çayını içecek, bedava kekini de yiyecek” dedikten sonra bir de “Nasıl, iyi mi?” diye sorması kasaba siyaseti dışında başka neyle açıklanabilir?
Ekonominin durumu mu anlatılacak? O zaman bir kasabadaki beyaz eşya bayiinin kafasıyla konuşulacaktır.
Ülkede yerleşik olanın dışında sayılan kimliklere ve yönelimlere bakışta insanların kafasında baskın durumda olan, “Ya bizim kasabada böyle biri çıksaydı” endişesidir:“Yoksa eski ‘kasabaya’ yeni adet mi getirilmek istenmektedir?”
Ülkede çevrenin ve doğanın korunmasına ilişkin duyarlılıkların karşısına dikilen, Henrik Ibsen’in “Halkın Düşmanı” oyununda betimlediği kaplıca yanlısı kasabalıların dar kafalılıklarından hiç de ötede değildir: “Yoksa kasabamızın (ülkemizin) gelişmesini, yeni iş sahaları açılmasını istemeyenler mi var?”
Ülkede, örneğin Kürtlere yaklaşımın da kasabada oturup kırsalda tarlası ve bahçesi olan, mevsimine göre başka yerlerden gelen Kürt işçileri çalıştıran kesimlerden fazla farkı yoktur: “Geliyorlar, iş veriyoruz, ekmek veriyoruz, daha Allah’tan belalarını mı istiyorlar?”
***
“Ama bütün bunlar hep sağ siyaseti ve sağcıları anlatıyor” diyenler çıkabilir.Peki, “solda” Muharrem İnce olayının bu kadar gürültü koparmasına ne diyeceğiz?
Türkiye’de siyasetin önceki dönemlere göre kasabalılaştığını söylemiştik.
Konu CHP ise ekleyelim: Bu partide 1971-72 döneminde yoğunlaşan, sonunda Ecevit’in kazanıp İsmet İnönü’nün partisinden istifasıyla sonuçlanan süreç, aynı partide bugün Muharrem İnce dolayısıyla yaşananlara göre çok daha “modern” ya da “kentli” idi...
Çünkü o zamanki tarafların ne dediklerini, neyi öngördüklerini ve aralarındaki farklılıkları, İnönü ve Ecevit gibi isimlerin “kişilikleri”, “hangi süreçlerden geçip o güne geldikleri”, ne gibi “haksızlıklara” ya da “mağduriyetlere” maruz kaldıkları gibi hususların dışında objektif siyasal ölçütlere göre anlamlandırmak mümkündü.
Bugün böyle değildir.
Ama Muharrem İnce “Bu ülkede siyaset kasabalılaşmıştır; ben de kasaba politikacısı olarak sivrildim, bu ülkenin siyasetine en iyi ben giderim” düşüncesiyle hareket ediyorsa kendisine bu açıdan hak vermek dışında yapacak şey yoktur.
***
Kasabalılık dedik; ama bunun o kadar saf ve katışıksız bir “yapılanma” olduğunu sanmayalım. Üzerine bir de postmodern durumlar binmiş, ortaya kendine özgü tuhaf bir karışım çıkmıştır.
Postmodern durumların siyasetteki yansımalarından biri, aktörlerin siyasal kimliklerinin, kendi söylediklerinden çok başkaları tarafından kendilerine atfedilenlerle inşa ediliyor oluşudur. Sonuçta siyasette iddialı bir kişiyseniz, hırslıysanız ve bunları destekleyecek belirli becerileriniz varsa çıkın ortaya; ne söylediğiniz o kadar önemli değildir.
Hatta hiçbir şey söylemeseniz de olur.
Çünkü postmodern durumlarla eşleşmiş kasaba siyaseti ortamlarında sizin siyasal kimliğiniz de size atfedilenlerle oluşacaktır.
***
Gelelim sosyalistlere…
Anlatmaya çalıştığımız genel durum değişir mi, aynı durum sosyalistleri de etkilemekte midir, sosyalizmin gündeminde bu koşullara “adaptasyon” yer almalı mıdır?
Bunlar da başka bir yazının konusu olsun…