Siyasal öngörüler ve belirsizlik faktörü

Türkiye’de siyasetin yakın geleceğine ilişkin tahminlerde “belirsizlik” faktörünün ağırlığı bugün hemen herkes tarafından kabul ediliyor.

Buna rağmen, bu ağırlığın bir kolaycılığa, çeşitli konularda topu taca atma alışkanlığına yol açması da mümkün.  Kısacası, “bilinemez”, “öngörülemez”, “bekleyip görmek lazım” gibi sözlerle işin içinden çıkarsınız, olur biter…

Peki, aklı ve mantığı fazla zorlamadan bu belirsizlikler alanını biraz daha daraltmak hiç mi mümkün değil?

Bir deneyelim bakalım…

***

Genel olarak bakıldığında Türkiye’de belirli bir siyasal iktidarın sağlamlığını ve geleceğini dört temel etmene bakarak değerlendirmek mümkün görünüyor. Önem sırası gözetmeksizin bu etmenler şöyle sıralanabilir: 1) Emperyalist güç odaklarının tutumu; 2) Ülkedeki sermaye sınıfının tutumu; 3) Muhalefetin (siyasal partiler) gücü ve etkililiği ve 4) Hoşnutsuz sınıfın/halkın hareketlenmesi.

Görebildiğimiz kadarıyla AKP iktidarının ya da mevcut rejimin yukarıdakilerden ilk ikisiyle olan sorunları sanıldığı ya da abartıldığı kadar “ciddi” değildir.   Daha açık söylersek, bu ikisine atıfla yaklaşık 8 yıldır dillendirilen “üstünü çizdiler”, “adam gidici”, “uzatmaları oynuyor” gibi tespitlerin hiçbir temeli ve değeri yoktur.  Nedeni de basittir: Dış odaklar ve sermaye sınıfı, kimi rahatsızlıklarının yanı sıra sürekli oraya buraya yalpalayan bir “tek adam” rejiminin kendilerine sağlayabileceği reel ve potansiyel yararların da farkındadır.

AKP iktidarının Gezi’den sonra 4’üncü etmene ilişkin kaygıları hemen hemen her vesileyle ortaya konulsa bile şu anda bu konuda da rahattır. Ülkede bugün iktidarı rahatsız edici muhalif bir sınıf hareketinden söz etmek mümkün değildir. Gezi benzeri bir hareketliliğe gelince; iktidarın en büyük korkusu olduğu kesindir, ama “trafik sıkışıklığında” olduğu gibi ne zaman nasıl ortaya çıkacağı konusunda kimse öngörüde bulunamaz.

3’üncü etmende ise, kim ne derse desin, bugünkü “düzen muhalefeti” bile mevcut iktidar/rejim için ciddi bir baş ağrısıdır; bu soruna bir de HDP’nin “düzen içi” sayılamayacak konumuyla birlikte sosyalistlerin henüz etkisi sınırlı kalan muhalefeti eklendiğinde AKP için başlıca sorunun 3’üncü etmende yoğunlaştığını söyleyebiliriz.

Bu durumda akla gelen olasılıklardan biri, AKP’nin birtakım yolları zorlayarak en azından yüzde 40’ın altına düşmeyecek bir oy oranını tutturmaya çalışmasıdır. Bu, “yeniden tek başına ya da ittifakla iktidar” formülüdür ki AKP’nin önümüzdeki süreçte tüm yatırımını bu formüle yapması beklenmemelidir.

Gerçekleşmesi tamamen imkansız olmasa bile sonuçta dımdızlak ortada kalma olasılığı da bulunduğundan son derece risklidir.      

***

Seçim yaptırmama, olağandışı durumlar yaratarak seçimleri erteleme ya da seçim sonuçlarını tanımama gibi kaba tabiriyle “çamura yatma” durumlarını bir kenara bırakırsak (kenara bırakıyor olsak bile bunlar kimi çevrelerin sandığı kadar ihtimal dışı değildir) geriye kısmi geri çekilmeli bir geçiş ya da adaptasyon dönemi ihtimali kalmaktadır.

Bundan kastedilen, “yeni anayasa”, “yargı reformu” gibi hamlelerle süslenmiş, belki de Cumhurbaşkanı’nın aynı zamanda siyasal parti başkanı olabilmesi durumunu ortadan kaldıran, parlamentoyu “güçlendiren”, ama “tek adamın” mevkiine ve yetkilerine fazla dokunmayan bir tür “yumuşak geçiştir”.    

Böyle bir yolun denenmesi halinde millet ittifakını çözücü, bir ihtimal İyi Parti’ye de göz kırpıcı hamlelerin sürece eşlik edeceği kesin gibidir. Kesin gibi olan bir başka ihtimal de bugün muhalif görünen medya, yorumcu, analist vb. tayfasının böyle bir sürece olumlu bakıp “sertlikte” ısrar edecek muhalif unsurlara itidal ve gerçekçilik tavsiye etmesidir.    

***

Bunları söyledikten sonra ortada gene de bir “sorun” olduğunu eklemek gerekiyor.

Sorun şudur: Bugünkü rejim ve onun tek adamı söz konusu olduğunda, ortada lafı sözü dinlenir, tek adamın da öneri ve tavsiyelerini dikkate alacağı kendi içinde mütecanis (aşağı yukarı benzer, türdeş) bir kurmay heyeti yoktur. “Kurmay” denebilecek kişiler ve çevreler ya tamamen Erdoğan’ın ipine sarılmıştır ya da sertlik-yumuşaklık gibi meselelerde ayrı tellerden çalmaktadır.

O zaman, sonuç olarak söylenebilecek olan şudur: Daha düşük ihtimal gibi görünen en sivrisinden en “yumuşak geçişli” formüllere kadar rejimin her tür tercihi, tek adamın hesapları, tercihleri, hatta o zamanki “ruh haliyle” belirlenecektir.