Yazının başlığındaki tuhaf sözcük “sinizm” ve “nihilizm” terimlerinden tarafımızca türetilmiştir. Daha doğrusu, şimdilik öyle sanıyoruz; belki ilgili literatürün bir yerlerinde vardır da biz bilmiyoruzdur.
En basit karşılıklarıyla, ne olursa olsun her şeye olumsuz bakan, her şeyin ardında öznel çıkara dayalı birtakım oyunlar arayan sinizmle ne varsa hepsini anlamsız bulup reddeden nihilizm öyle her yerde kolay bir araya gelmez. İkisinin buluşması için bir dönem sola bulaşmış olmak ya da kendini hala solda konumlandırmak gerekir.
Belirli bir ölçü sinizmi belirli bir ölçü nihilizmle kulak memesi kıvamına gelinceye kadar yoğurup bu karışımı servis ederseniz sinikonihilizm yapmış olursunuz.
Akla ilk gelen örnekler:
Sinikonihilizmin radikal versiyonunda CHP’nin bir burjuva partisi olduğunu, önünde sonunda hep düzeni kolladığını söylemeniz yetmez. CHP’nin, (nedense) bir türlü iktidar olamamasına rağmen sermaye düzeninin en has partisi, birinci tercihi olduğunu söyleyeceksiniz. Sonra, bunun da ötesine geçip CHP liderliğinin doğrudan MİT’le ilişkili olduğunu da eklemelisiniz ki radikallikle kimse yanınıza yaklaşamasın.
Dolayısıyla, bu partide şu olmuş bu olmuş, bir kesim şöyle öbür kesim böyle diyormuş, hiçbirinin önemi yoktur; hepsi, önceden belirlenmiş kesin bir angajmanın çeşitlemelerinden ibarettir.
Kürt siyaseti ise “ayrı devlet” derse ihanet, “ayrı devlet istemiyoruz” derse yalan dolan içindedir. Bu siyaset yükseliş sergilediğinde liberal burjuvazi, liberal yazarlar ve liberal medyanın şişirmesiyle bu şansı yakalayabilmiş, düşüşe geçtiğinde ise “yanlışları nedeniyle” böyle olmuştur. Burada da, ne olduysa hepsi ABD emperyalizminin önceden belirlenmiş planları çerçevesinde ortaya çıkan durumlardan ibarettir.
Sosyalist hareketteki örgütlenmelere gelince; sinikonihilizmin potansiyelini gerçekleme imkânlarını en fazla bulduğu asıl alan burasıdır.
Sosyalistler sokakta eylem mi yapıyor, “bu işler öyle salt sokakla olmaz, hani teoriniz, ideolojiniz, programınız?” diye soracaksınız… Önünüze bunları mı getiriyorlar, o zaman “ben eyleme bakarım arkadaş, hani eylem?” diyeceksiniz… Örgütlenme girişimleri varsa, duruma göre ya birilerinin örgütlenme işinin içinde olmasını ya da tersine olmamasını mesele yapacaksınız…
Gene duruma göre, birilerini ya Kürt hareketine fazla mesafe koymakla ya da tersine onun kuyruğuna takılmakla eleştireceksiniz… 30 Ağustos, 29 Ekim ve 10 Kasım günlerini özellikle bekleyeceksiniz: çünkü bu günler kimin Kemalizm’e teslim olduğunu ya da tersine liberalizmin iğvâsına kapılıp tarihteki yeriyle birlikte toptan reddettiğini tespit ve teşhis etmeniz açısından özel önem taşımaktadır… Liberalizmle mesafe tespitleri ise Kemalizm’de olduğu gibi özel günlere bağlı değildir. Yılın her günü, her hareketinizde ya ona zaten teslim olmuşsunuzdur ya da “eski kafada” bağnazca inat etmektesinizdir…
***
Ancak, soldaki sinikonihilizmin hep güncele ve geleceğe dönük olduğunu, geçmişe pek öyle bakmadığını söylemeliyiz. Elbette bir ekle birlikte: Geçmişe yönelik bu “hakkaniyetçi” ve “değer bilici” bakış, güncele ve geleceğe ilişkin sinikonihilist konumun “gerekçesi” ya da “güzellik örtüsü” olarak kullanılmaktadır.
Şunu demek istiyoruz: Sosyalist hareketin geçmiş önderleri öylesine anlatılmalı, öylesine anılmalı ve öylesine yüceltilmelidir ki insanlar “nerede böyle önderler” deyip bugüne ve geleceğe daha karamsar, daha umutsuz baksınlar. Özetle, geçmişteki önderliklerin ve örgütlülüklerin adeta fetişleştirilmesi, bugün her oluşuma ve her girişime kuşkuculuktan peşin karalamacılığa uzanan konumlardan baktırmanın bir yolu olarak kullanılmaktadır.
Daha fazlasını söylemeyelim, şu kadarını bilelim yeter: Türkiye sosyalist hareketinin 1927’de, 1937-38’de, 1951’de, 1971’de ve 1980’de yaşadığı tasfiyeler ve yenilgiler vardır ve hepsi belirli örgütlenmeler ve önderlikler sırasında gerçekleşmiştir.
Bugün “bunlar bir daha yaşanmasın” kararlılığını taşıyanlar, sinikonihilizmin her tür radikalizminden çok daha radikal bir uğraş içindedirler.