Erdoğan’ın ve başkanlık rejimine geçişin oylandığı bir referandum biçiminde geçen seçimler sonuçlandı.
Erdoğan bu kez sandıkta yenildi. Yüzde 60 civarında net bir seçmen çoğunluğu, Erdoğan’ın başkanlık dayatmasını reddetti.
AKP, 2011 seçimlerinde aldığından yüzde 9 daha az oy aldı. Tek başına hükümet kuramıyor. Yüzde 41 oyla hâlâ birinci parti olmasına rağmen, geleceği tartışılıyor. AKP tek başına Türkiye’yi yönetme yeteneğine artık parlamentoda da sahip değil.
CHP yerinde sayıyor. MHP oylarını yükseltti. Bu iki partinin toplam milletvekili sayısı da hükümet kurmaya yetmiyor.
Yüzde 10 barajı yıkıldı. HDP yüzde 13 oyla, 80 milletvekilliği kazandı. Demirtaş sıcağı sıcağına yaptığı açıklamada şunları söyledi: “Bu saat itibariyle, Türkiye’de başkanlık tartışması, diktatörlük tartışması bitmiştir. Türkiye uçurumun kıyısından döndü. AKP'yle koalisyon yapmamaya söz vermiştik. Sözümüzü tutacağız. Halkımızın taleplerini dile getiren bir muhalefet olacağız. AKP'yle asla içerinden veya dışarıdan koalisyon yapmayacağız. İyi bir muhalefet yapacağız."
Bu seçimler, Erdoğan ve AKP için sonun başlangıcı hükmündedir.
Bu hükmü yaşama geçirmek ise kolay ve sancısız olmayacaktır.
Türkiye, birikmiş, derinleşmiş ekonomik, toplumsal ve siyasal krizin iç içe geçtiği, var olan çelişkilerin keskinleştiği bir belirsizlik ortamı içindedir. “Dışarıdan” sistemik kaos, “içeriden”, 13 yıllık AKP iktidarının ağırlaştırdığı, tarihsel derinlikli siyasal, etnik ve kültürel öbekleşmeler durumu daha da kritikleştiriyor. Emekçiler açısından bıçak kemiğe değmeye başlamış, milyonlarca insanın geçim-yaşam sorunları katlanılamaz sınırlara dayanmıştır.
Bu koşullarda iktidar ateşten toptur. Eline alanı yakabilir. Koalisyon isteksizliklerinde bunun payı var.
Koalisyon seçenekleri ve erken seçim konularına yalnızca “içeriden” bakmak eksik, dolayısıyla da yanlış olur. Uluslararası konjonktür ve emperyalist yönlendirmeler, Türkiye’deki iktidar oluşumunda artık bir “iç” etkendir. Olmaz gibi görünen hükümet seçenekleri bu etkiyle gerçekleşebilir.
Bu ortamda koalisyon seçenekleri üzerine akıl yürütmek anlamlı görünmüyor.
Erken seçim, en güçlü olasılıklardan biridir.
Erdoğan ve AKP iktidarı kolayca bırakmayacaklardır.
Hangi gerekçeyle olursa olsun, AKP’yi iktidarda tutan bir yaklaşım, yurttaş iradesini hiçe saymak olacaktır.
Programına yüzde 10 barajını kaldırmayı, diktatörlük yasalarının iptalini, Erdoğan ve eski bakanlarına yüce divan yolunu açmayı alan, AKP’nin kesinlikle ortak olmadığı bir erken seçim hükümeti var olan seçenekler içinde seçmen iradesine en uygun olanı gibi duruyor.
Koalisyon ya da erken seçim, parlamentodaki dört partili yapının üreteceği herhangi bir formülün kalıcı iktidar ve istikrar sağlayamayacağı açıktır. Bugünkü tıkanıklığa çare olarak düşünülen bir erken seçimin bugünkünden farklı bir sonuç yaratacağının hiçbir garantisi yoktur.
Kürt hareketinin ve HDP’nin konumunu, önümüzdeki süreçte oynayacağı rolü ayrıca ele almak, yeni durumun sol için yarattığı olanakları, ama aynı zamanda getirdiği yeni sorun ve sınırları irdelemek gerekiyor.
Sözün geleceği yer bellidir. Ekonomik ve siyasal krizin üst üste bindiği, ülkenin bir devrimci duruma doğru yol aldığı koşullarda solun, sınıf siyasetinin, devrim ve sosyalizm seçeneğinin, ete kemiğe bürünmüş bir güç olarak devreye girmesi gerekiyor.
Tarihten, devrimci durumlarda, devrimci olanaklarla faşizm tehlikesinin iç içe yükseldiğini biliyoruz.
Son seçimler bu ülkede küçümsenmeyecek bir sol, sosyalist gizil gücün varlığını bir kez daha göstermiştir.
Türkiye sol siyasetinin önündeki sorun, bu gizil güçle siyasette, örgütte ve eylemde buluşmaktır.
Önümüzdeki kritik zamanda bunun sorunları ve yolları üzerine, hızlı ama ciddi, yazılı ve sözlü, analitik ama aynı zamanda somut, üretken bir tartışmanın son derece yararlı ve gerekli olduğunu düşünüyorum.