7 Kasım Salı İleri’ye yazı günümüzdü…
Şimdi yazacaklarımızı o gün yazsaydık çok sevimsiz bulunur, “tam da bugün, 100. yıldönümü coşkusuna limon sıkmanın ne âlemi var” denirdi.
Aradan dört gün geçmesine rağmen bu yazı da pek çok kişiye muhtemelen gene “sevimsiz” gelecektir.
Ama yazmak gerekiyor.
Sorunumuz, hiç kuşkusuz Ekim Devrimi’yle, bu büyük devrimin insanlık tarihinde açtığı yeni sayfanın önemiyle, geride bıraktığı değerli mirasla ilgili değil.
Sorunumuz şu: Devrimin gerçekleştiği kısa zaman aralığıyla ilgili sayısız öykü anlatılıyor, eldeki her tür görsel malzeme kullanıyor, anma etkinlikleri yer yer ritüele dönüşüyor… Ne var ki 74 yıl sonra gelen çöküş hakkında pek az şey söyleniyor, söylenenler de tepedeki önderliğin “ihanetinden” öteye geçmiyor...
“Dünyayı sarsan” günleri geçtik, devrimin ve sosyalist kuruluşun eğitim, sağlık, konut, sosyal güvenlik, sanat, kültür, gündelik yaşam gibi alanlarda halk için gerçekleştirdiği kazanımların her yıldönümünde peş peşe sıralanması da bir yerden sonra anlamını yitiriyor.
Neden?
Çünkü bütün bunlar, bir sorunun yanıtını vermekten, vermeyi bırakın üzerinde düşünmekten uzak kalıyor: Sistem gümbür gümbür çökerken Sovyet halkları neden pek kılını kıpırdatmadı?
Çöküş, gerçekten sadece önderliğin, yani partinin ve devletin üst kadrolarının “ihanetinin” eseriyse, Sovyet halklarıyla ilgili şu sonuca varmak kaçınılmaz oluyor: Bu insanlar, “yukarıdan” sosyalizmi satacak hain çıkmadığı sürece sosyalizme, çıktıktan sonra da kapitalizme eyvallah diyecek ölçüde apolitikleştirilmiş, edilgenleştirilmiş ve yabancılaştırılmıştır…
Demek ki devrim, özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasında “kitlesizleşmiş” ya da “kitlesizleştirilmiştir.”
Denecektir ki Stalin’den sonra Hruşçov geldi, Brejnev pasif kaldı, Andropov vakitsiz öldü, Merkez Komite ya da Politbüro içindeki şu ya da bu dengeler olumsuz gelişti, vb. vb... İyi de bütün bunlar olurken Sovyet halkları ne yapıyor, ideolojik anlamda nelerle besleniyor, 1917’de gerçekleşen büyük devrimi nasıl görüyor, nasıl algılıyordu?
Eğer önderlik (henüz ihanet etmeden) halk için “işleri var, aşları var; konut, eğitim, sağlık gibi alanlarda dertleri yok, bol bol votka da içebiliyorlar, neleri eksik ki?” diye düşünürse, halk da “ben bunları çoktan kanıksadım, şimdi canım hamburger, Holywood filmi, ‘batılı yaşam tarzı’ istiyor” der ve iş orada biter…
Zaten orada bitmiştir.
***
Kim bilir, belki balık gerçekten baştan kokmuştur…
Ama kokmasaydı da bu başın Sovyet halklarını seferber edip canlandırmaya, ortalığa çekidüzen verip ekonomide, siyasette ve toplumsal yaşamda yeni bir “sosyalist canlanma” yaratmaya ne mecali vardı ne de ideolojik formasyonu buna elveriyordu…
Sona doğru, Perestroyka ve Glasnost’la bir şeyler denemeye kalktıklarında Pandora’nın kutusu açıldı ve bu kutudan çıkan düpedüz kapitalizm yanlısı çapsız teknokratlar meydanı boş buldular. Çünkü karşılarında sosyalizm adına sağlam duracak birikime sahip bir önderlik yoktu.
“İhanet” mi?
Evet, zamanında Bersntein, Kautsky, Plehanov gibileri sosyalizme “ihanet etmişlerdir”; ama en azından ihanet ettikleri söylenen şeyin ne olduğuna ilişkin ciddi fikirleri olduğu kesindir.
Peki, Gorbaçov, Yeltsin, Şevardnadze, Aliyev ve benzerlerinin “ihanetle” suçlandıkları şeye (sosyalizme) ilişkin ciddi bir bilgi birikimine sahip olduklarını düşünüyor musunuz?
***
Bundan sonra Türkiye dâhil dünyanın neresinde olursa olsun hiçbir sosyalist devrim “teknik anlamda” Ekim Devrimi’ne benzeyemez, benzemeyecektir.
Bundan sonra Türkiye dâhil dünyanın neresinde olursa olsun her sosyalist devrim “öz itibarıyla” mutlaka Ekim Devrimi’ne benzeyecektir.
Bundan sonra dünyanın neresinde olursa olsun herhangi bir sosyalist devrim, umarız sosyalizmden bihaber bürokrat-teknokrat önderlikler ve apolitikleştirilmiş bir halk kitlesi yüzünden Ekim’in akıbetine uğramaz.
Bu “sevimsiz yazı” da burada biter…