Kendi cumhuriyetini ne kadar kurabildiği ayrı, ama 13 yıllık AKP iktidarının “birinci cumhuriyet” dönemini kapattığı, solda genel kabul gören bir saptamadır. Bu saptama, ağırlıklı olarak, aydınlanmacılık, laiklik, kamuculuk, modernleşme, dış ilişkilerde belirli bir ölçü ve itidal gibi kimi ilke ya da değerlerden yüz geri edilmiş olmasından hareketle yapılmaktadır.
Ancak, bu yazıdaki konumuz bunlar olmayacak.
Bizce AKP aslında hayli “radikal”, ancak üzerinde pek fazla durulmayan bir başka değişimin daha etmeni olmuştur: Egemen sınıf olarak sermaye ile siyaset ve devlet arasındaki özel dengelerle oynamış, zaman zaman sorunlar çıkarsa bile az çok yerleşik sayılabilecek bir düzeneğin kimyasını bozmuştur.
Bunlarla neyi kastettiğimizi birtakım saptamalarla açıklamaya çalışacağız.
Ancak, bundan önce bir not gerekiyor: Saptamaların çıkış noktası, Korkut Boratav’ın son dönemdeki çeşitli yazı ve söyleşilerinin derlendiği “Türkiye’nin Faşizmleri ve AKP” adlı kitaptır (İmge Yayınları, Ankara Temmuz 2015). Meraklısı için, bu derlemede yer alan önemli kimi yazıların adresini de verelim: “Burjuvazi, 12 Eylül ve AKP” (s. 44-46) ve “Burjuvazinin İki Tarz-ı Siyaseti” (s. 50-56).
“Çıkış noktası” dedik; dolayısıyla yapabildiğimiz saptamalardan Boratav “sorumlu” tutulamaz. Yapılan, Korkut hocanın açtığı konuların biraz daha “dışına çıkma” (digression) denemesidir.
Şimdi saptamalara geçebiliriz.
***
Birinci saptama: Sermaye sınıfı, bir üretim tarzı olarak kapitalizmin kendini yeniden üretmesi bağlamında her kritik dönemeçte devleti gerekli düzenlemelerle yeniden fethetmek durumundadır. Sermaye sınıfı, bu fetih işlemini doğrudan değil siyasal temsilcileri/aktörleri eliyle gerçekleştirir. Yani “vekil” kullanır. Son 13 yılın AKP örneğinde bu “vekil”, sermayenin isteklerini yerine getirmenin çok ötesine geçmiştir.
İkinci saptama: AKP ne kadar ileri gitmiş olursa olsun, yaptıkları, kendisinin sıfırdan başlayıp kotardığı işler sayılamaz. Özellikle Türkiye gibi ülkelerde neoliberalizm, çoğu kez iddia edildiğinin tersine, siyasetin elini güçlendirir, hareket alanını genişletir ve sermaye sınıfının çeşitli kesimleri üzerindeki doğrudan etkisini artırır. Aslında süreç 24 Ocak 1980’de başlamış, ardından Özal’la daha ileriye taşınmıştır. Ancak, AKP’nin özelliği, süreci Özal döneminden çok daha ötelere taşımanın yanı sıra, Özal pragmatizmine bir de yoğun ideoloji enjeksiyonunu eklemesidir.
Üçüncü saptama: Sermaye sınıfı, kendisiyle devlet arasında siyasetin, siyasetçilerin ve siyasal partilerin yer almasını “demokrasi” gereği kabul etmek zorundadır. Ancak her zaman, siyasetin ve siyasal partilerin/iktidarların dolayımı dışında, devlete doğrudan uzanma rahatlıkları ve kanalları olmasını da ister. AKP iktidarı ise bu doğrudanlığı neredeyse tamamen yok etmiş, kanalları kapatmış, “ne yapılacaksa benimle yapılacak” demiştir. Bu dayatmasını en pratik yoldan gerçekleştirmek için de bir yanda sermayeyi daha fazla kendisi yaparken diğer yanda kendisi devlet olup çıkmıştır.
Dördüncü saptama: AKP bu süreçte sermaye sınıfına zor (tehdit, yok etme, dışlama, vergilendirme vb.) kullandığı gibi onaya da başvurmuştur. AKP onay için sermaye sınıfına üçayaklı bir vizyon sunmuştur: i) AB üyeliği; ii) Orta Doğu’da büyük güç olma ve iii) sermaye sınıfını rahatsız edebilecek kımıldanmalar karşısında kendi özel ideolojik arsenalini (cephaneliğini) devreye sokma… İlk ikisinin vaat ettiği kâr, finansman ve pazar imkânlarıyla üçüncüsünün işaret ettiği pasifikasyon beklentileri, sermaye sınıfının bir dönem gerçekten başını döndürmüştür.
Beşinci saptama: Buraya kadar söylenenler, özellikle üçüncü saptamada işaret edilen durum, tarihsel örneklerden herhangi birine benzesin benzemesin, doğrudan faşizmi çağrıştırmaktadır.
Altıncı saptama: Gelinen bu noktadan sonra sermaye sınıfı-siyaset-devlet ilişkiler ağının yeniden eski düzenine dönmesi mümkün değildir. “Restorasyon” tezinin en azından bu yanı (eğer varsa) tamamen unutulmalıdır. Türkiye’de “bu kadarı da fazla oldu, yeniden eskisine dönelim” niyetini ve kararlılığını, bu doğrultudaki girişimleri de göze alacak ölçüde taşıyan hiçbir sermaye kesimi yoktur. Bir gün AKP giderse önce “iyi oldu”, sonra da “ama bize yeni bir AKP lazım” diyeceklerinden kimse kuşku duymamalıdır. Nedeni de, kazandıklarının, şikâyetlerine göre çok daha büyük ağırlık taşımasıdır. Dikkat edilsin: İdeologlarından, organik aydınlarından vb. değil sermaye sınıfının bizatihi kendisinden söz ediyoruz…
Saptamalar, şimdilik bunlardır…
Eleştiriye açıktır ve (eğer bir mahsuru yoksa) tartışılmasında yarar görülmektedir.
Çünkü Türkiye sol/sosyalist hareketine önemli ipuçları vermektedir.