Sermaye sınıfı, devlet ve siyasal iktidar

Günümüz Türkiye’sinde sermaye sınıfı, bu sınıfın egemenliği, devlet ve siyasal iktidar (AKP iktidarı) arasındaki ilişkilerin çözümlenmesi ve (mümkünse) buradan bir model türetilmesi ciddi bir teorik çabayı gerektirmektedir. Dahası, belirli bir tutarlılık ve inandırıcılık düzeyine ulaşıldığında ortaya çıkan sonuç, ilgili Marksist yazına katkı anlamına gelecektir…    

Şimdiki dâhil herhangi bir köşe yazısının böyle bir iddia taşıyamayacağı açık olsa gerek. 

Amacımız, konuya ilgi duyanlara ve bu alanda belirli bir birikimi olanlara çağrıda bulunmak, Türkiye’de son 16 yılda gelinen noktanın “teorik çözümleme” açısından yeterli olgunluğa ulaştığını hatırlatmaktır. Özellikle bu alandaki teorik çabaların, sol siyasete ve pratiğe değerli girdileri olacağını da ekleyerek…   

***

Üzerinden yol alınacak kimi ipuçlarından söz edilebilir mi? 

Hepsi tartışmaya açık olmak üzere sıralıyoruz.

Birinci ipucu: Sözü edilen üçgendeki (sermaye sınıfı, devlet ve siyasal iktidar) ilişkiler hiçbir zaman oturmuş ve sabit bir veri değildir. Devletin ve siyasal iktidarın sermaye sınıfının devleti ve siyasal iktidarı olması, sınırları çizen bir “son tahlilde” doğrusudur ve bize üçgendeki ilişkilerin gerçek dinamiğini kendi başına veremez. 

İkinci ipucu: Kapitalizmin 17. yüzyıldan başlayarak (kimi coğrafyalar için daha erken de başlatılabilir) özgün sınıf mücadeleleriyle geliştiği ve devlet dâhil üstyapı kurumlarının bu mücadeleler sonucunda “erken” şekillendiği ülkelerle Türkiye gibi geç kapitalistleşen ülkeler arasında belirli bir ayrım gözetilmesi gerekir. İkinci kategoriye giren ülkelerde, devletin “sınıf yaratma” işlevi “sınıfın egemenliğini sürdürme” işlevi kadar öne çıkar.

Üçüncü ipucu: İkinci ipucunda söylenen, geçmişteki belirli bir tarihsel döneme sınırlı kalmaz; söz konusu ülke kapitalizminin adeta genlerine işler ve gerek devlet gerekse siyasal iktidarlar kimi sermaye gruplarıyla özel olarak ilişkilenme, giderek yeni sermaye grupları yaratma pratiğini sürdürür. 

Dördüncü ipucu: Yukarıda belirtilenlere rağmen bu alandaki her çözümleme, sınıf iktidarı ile devlet iktidarı arasında bir ayrım yapmak, aradaki mesafeyi ölçerken bu ayrımdan yola çıkmak zorundadır (Ralph Miliband, Poulantzas ve Kapitalist Devlet, Kapitalist Devlet Sorunu içinde, çeviren: Yasemin Berkman, Birikim Yayınları 1977, s. 115). 

Beşinci ipucu:  Günümüzün küresel rekabet ortamı ve sermayenin genişleme hareketinde yeni ve bakir alanlar kadar “başkalarına ait olagelen alanlara tasallutun” özel önem kazanması, devleti ve siyasal iktidarları sermaye sınıfı açısından daha da araçsal/işlevli kılmıştır. Ancak bu gerçek aynı zamanda devletin ve siyasal iktidarların sermaye sınıfına ve/ya da onun belirli kesimlerine yönelik “ihya, terbiye ve cezalandırma” gücünü artırmıştır. 

***

İpuçlarının tartışmaya açık olduğunu bir kez daha tekrarlayarak “önermelerimize” geçelim.

Birinci önerme: AKP iktidarı, dördüncü ipucunda sözü edilen sınıf iktidarı ile devlet iktidarı arasındaki mesafeyi tamamen kapatarak sermaye sınıfının herhangi bir kesiminin aradaki boşluğa oynama imkânlarını ortadan kaldırma niyetindedir (ve bunu büyük ölçüde başarmıştır). 

İkinci önerme: Türkiye’de sermaye sınıfının AKP iktidarına ve rejime karşı kendi adına “yukarıdan” bir girişimde bulunma imkânları da şansı da niyeti de kalmamıştır. Sol açısından teyakkuz gerektiren  bir nokta varsa o da “acaba sermaye sınıfı AKP’ye karşı ne yapacak” değil, “AKP’ye karşı yükselen bir toplumsal hareketin neresine nasıl yapışmaya çalışacak” olmalıdır. 

Üçüncü önerme: AKP’nin özellikle son 8-9 yılda milleti “sandık manyağı” yapmasının asıl nedeni kendi “meşruiyetini” ve “vazgeçilmezliğini” özellikle mırın kırın eden/edebilecek sermaye kesimlerinin gözüne sokmaktır.

Dördüncü önerme: Türkiye’de “göreli özerklik” kavramının, sermaye sınıfının çıkarlarını bir nebze de olsa emekçi/yoksul/alt sınıftan kesimlerin çıkarlarıyla dengeleme boyutu artık yoktur, kalmamıştır. Eğer bugün bu kavramdan söz edilecekse AKP demek olan devletin ya da devlet demek olan AKP’nin sermaye sınıfından “göreli özerkliğinden” söz etmek gerekir. 

Bu “göreli özerklik”; 1) “Bak, sana senin aklına gelmeyen ne olanaklar sunacağım” vaatleriyle; 2) Bizatihi kendisi bir büyük sermaye grubu konumuna gelen AKP iktidarının bu konumuyla diğer sermaye gruplarına yeri geldiğinde hot zot çekmesi şeklinde tezahür etmektedir.