Sarı yelekliler, Sovyetler ve Bolşevikler

Fransa’da “sarı yeleklilerin” eylemleri bizde de tartışma konusu oldu: Ağırlığı sağ unsurlar mı oluşturuyordu sol unsurlar mı? Bu hareketin sınıfsal bileşimi konusunda neler söylenebilirdi? Hareketin bir yere doğru yönelmesi söz konusu olduğunda bu sağ mı olurdu sol mu?

Sonra, HDP’nin akademiden gelme milletvekili Erol Katırcıoğlu, meclisteki bir konuşmasında AKP Türkiye’sini bir dönemki Sovyetlere benzetmiş; Bolşeviklere benzettiği AKP karşısında kendini Menşevik gibi hissettiğini de ekleme gereği duymuş… 

Bu iki olgu arasında herhangi bir bağlantı olduğu kuşkusuz söylenemez. En küçük bir bağlantı bile yoktur; ancak düşünüldüğünde, ikisinin birlikte günümüz dünyasının önemli bir gerçekliğini bize doğru yansıttığını söylemek mümkündür. 

Bu gerçeklik şöyle özetlenebilir: Geçmişe herhangi bir referansı olmayan ve büyük ölçüde kendiliğinden özellikler taşıyan yığınsal hareketlenmeler (bünyesindeki sağ ve sol birlikte) bugünü, zamanımızı yaşarken, gene sağda olsun solda olsun belirli bir formasyona, tarih bilgisine sahip olanlar, günümüzü hep geçmişe referansla ve geçmişin mercekleriyle anlamlandırma çabasındadır…

Başka bir deyişle, kitlesel ve kendiliğinden olanın “üzerine çöken”, güncelden başka hiçbir şey yoktur;  buna karşılık teorisiyle 19. yüzyıl, pratikleriyle de 20. yüzyıl, günümüzde tarih bilgisine (“bilincine” değil, o başka bir şey) sahip olanların “üzerine çökmüş” durumdadır…

***

Bu konuda daha önce dile getirdiğimiz bir görüşü aktaralım: 

“(…) kendiliğinden anti-kapitalist tepkilerin ve birikimin o haliyle ‘doğru mecrayı bulması’ diye bir kural yoktur; 19. yüzyılın sınıf hareketliliği nasıl ütopyacısı da dâhil ‘başka’ mecralara yönelebilmişse, bir benzerinin günümüzde de önümüze çıkmasını beklemek daha gerçekçi olacaktır. Çünkü hep söylüyoruz, ‘bizim’ düşünsel müktesebatımız vardır, ama sınıfın ve kitlelerin yoktur..." (Bakınız https://ilerihaber.org/yazar/biz-bir-aileyiz-31554.html)

Evet, “onlar” (kitle) öyle; ama biz “öyle” değiliz, olamayız. Güncele bakarken, geçmişi de içeren bilgi dağarcığımızı sıfırlamamız esasen ne mümkün ne de arzu edilir bir durumdur.  Ama mutlaka bir denge gerekiyor: Ne kendi müktesebatımızı sıfırlayacağız ne de önümüzde gelişen süreçleri ille de o müktesebatın bir yerine tam otursun diye zorlayacağız. 

Erol Katırcıoğlu’nun AKP’yi eleştireceğim diye neden Sovyetlere ve Bolşeviklere gönderme yapma gereği duyduğunu bilemeyiz. Bir ihtimal, kendi solculuğunun “çok farklı olduğunu” vurgulamak istemiştir. Belki de şöyle düşünmüştür: “Nazi rejimine, dünyadaki başka faşist ve despot rejimlere göndermede bulunsam ‘Demek doğru yoldayız’ deyip devam ederler; oysa izledikleri yoldan vaz geçirmek için Sovyetler örneğini versem etkili olabilir…” İkincisi “tuhaf” sayılabilecek bu ihtimalleri bir yana bırakırsak, en azından,

Sovyet deneyiminin solcu bir aydının zihin dünyasına bu kadar çökmüş olması bizce bir sorundur. 

***

Az önce bir “denge” ihtiyacından söz etmiştik. 

Anlaşılabileceği gibi bu denge bir, müktesebata bire bir uyacak güncel gerçeklik arayışıyla ve iki, günümüz gerçekliğine geçmişten ne kaldıysa hepsini silip süpürecek, yani belleği sıfırlayacak “yepyeni” bir kuruculuk rolü biçilmesiyle bozulur. Dengenin tutturulması adına önerebileceğimiz ise, müktesebatımızın en özlü (temel) yanlarını seçip güncellik, güncel durum ve pratik içinde sınamaktır.

Yoksa tarihimizde var diye bugün örneğin Putilov işçisine tam tamına benzeyen işçi arayamayız,  kırsal alanda uzun yürüyüşe çıkamayız, kızıl sendikalar kuramayız, sosyal demokrasiye (artık ne kadar varsa) “sosyal faşist” deyip savaş açamayız… 

“Sınıf bilinci” diye bir şey elbette vardır; ama işçi sınıfı tarih sahnesine çıktığından bu yana hep aynı yerde duran, tanımı tek ve yerleşik bir bilinçlilik durumu değildir. “Tarihsellik” diyorsak, onun da kapitalist birikim süreçlerine ve sınıfı mücadelelerine göre değişebileceğini, farklı biçimlere bürünebileceğini kabul etmek zorundayız.  

Kabul edilmesi güçtür; çünkü sosyalist solun çoğunluğu bir tür yapısalcıdır; ama Moliere’in kırk yılı aşkın süredir “nesir konuştuğunun” farkında olmayan kahramanı gibi bu durumunun farkında değildir.