Yer yerinden oynamadı.
“Memleketin tek bir çakıl taşını dahi...” hassasiyeti içinde ona yer yoktu çünkü. “Tanırım iyi çocuktur” diyerek, eline erkeklik, vatanseverlik tezkeresi verilenlerin azametiyle baş edilebildiği de görülmemişti.
“Sana kimse inanmaz” diyen o tecavüzcü, arkasında “vatan sağ olsun” çeken siyasetin, erkeklik gurunu okşayan hukukun ve “askerin, polisin elini soğutmayın” diyen bir bekanın olduğunu elbette adı gibi biliyordu. Bunu bilmek, devlet tarafından kollarına takılan birer altın bilezikti.
Kılları kıpırdamadı.
Daha önemli konuları vardı siyasetin, derin mevzuları ve elbette biz fanilerin hiçbir zaman göremediği o “böyük resme” sığdırmaya çalıştıkları mabatları. Mevzu bahis hep vatan olduğu için, bir türlü içinde olanların çığlıklarına sıra gelmiyor, gelemiyordu.
Kurtarıcı rolünü üstüne geçirenler, ortaya karışık birkaç insan hakları cümlesi atıp, hemen arkasından konforlu alanlarına uzanarak, “başkanım, başkanım” pozisyonlarına yerleşmekle meşguldüler.
Biz fanilere büyük düşünmemizi salık veriyor ve anlayamadığımız için de hep sinirleniyorlardı. “Aman ha iktidar sizi sokağa çekmeye çalışıyor, oyuna gelmeyin” diyenler, dışarıda hayatı savunanların ve bunun bedelini ödeyenlerin yarattığı etkiyi, kendi hanelerine yazma konusunda ise hiç vakit kaybetmiyorlardı.
İnanmadılar.
Bir kadın, “sana kimse inanmaz” diyerek üstüne yürüyen tecavüzcüsünün elinde çırpındı günlerce.
Rütbesinden emekli olanların “mavi vatan” dalgalanmaları ise her şeyin üstünde yükseliyor, manşetler “usta asker resmigeçitte belli olur” şiarıyla tek sıraya geçiyor, iktidar ise her zamanki gibi, bir kasaba tüccarı refleksiyle, verilen selamları çenesine sürtüp, siyasete cukkalıyordu.
Bir anne, kızına ait kanlı bezi gösterip “ciğerim yanıyor” diyerek dövünüyordu o vakit.
“Söz konusu vatansa” diyenlerin inandırıcılığı ile “ciğerim yanıyor” seslenişlerinin inandırıcılığı hiç bir olabilir miydi? İlki yere göğe sığdırılamıyor, ikincisi ise göze görünmez kılınıyordu. Yanan ciğer onların olmadığı sürece, her şey bir hoş seda olarak esiyordu.
Tecavüzcü dışarıdaydı.
Devletin kime inanacağından hiç şüphesi yoktu çünkü ve ”size kimse inanmaz, sahipsizsiniz” diyerek çıkardığı dilini gösteriyordu. Kimdi o “SİZ”?
Dili, iktidarın diliydi.
“Namus, ahlak, din, millet” diyerek yobazlığın hücum borusunu öttürenlerin ve onu temsil eden siyasi eklentilerinin diliydi.
Tecavüz edebilme gücünü istiyorlardı.
Şiddet uygulayabilme gücünü talep ediyorlardı.
Ve elbette,
Kadın katillerine hukukun verdiği indirim kuponlarından, iktidarın kime ait olduğunu bilecek kadar kurnazdılar.
Kurnazlıkları iktidardı.
E katilde “ben kaçmam, gider teslim olurum” pozları kesmiyor muydu zaten?
Manşetler onlardan yanaydı, köşe yazıları onlardan yana. “Fahişeler” diyeseslendikleri şey, tecavüzcünün “siz” diyerek içini doldurduğu şeydi.
Kanal kanal gezip, kadın bedeni üzerinden fetva verenlerin kestikleri şeriat hükümleri “yürü” diyordu. Yürü ve kurbanını bul.
Hakikati inadına sokağa taşıyanlara kusulan o nefretin“iyi çocuklar’’ ile olan bağı, gerçeğin tam kendisidir işte.
“Kimse size sahip çıkmaz” diyen ses, sesler sokakları kuşatıp, inat edenleri yerlerde sürüklüyorsa, uzman çavuşu Musa Orhan’ın “cesareti” iktidara aittir ve eğer bizlerde gerçeği eğip, bükerek ifade ediyor, bahaneler üretiyorsak, onun parçasıyız demektir.
Çünkü zayıf olan, güçlü olanı kopyalayarak üzerine giyer.
Askeri, polisi, imamı, siyasetçisi, yazarı, gazetecisi hep beraber, yıllardır kadın bedeni üzerinden “namus” raconu kesebiliyorsa, en “aydın” geçineni bile ağzınıdoldurup ana avrat düz gidiyorsa,her cinayetin, tecavüzün ardından “ama yani o saatte” diyerek ateşe odun taşınıyorsa ve “yakın yakın” diyenlerin bağırtıları ortalığı kaplıyorsa, elbette Musa Orhan gibileri yalnız değildir! Güçlü olanı kopyalayarak onunla benzeşerek çoğalanların vahşetidir işte bu. Üniformalıysa “her meslekte çürükler olur” korosuna katılarak, en önce üniformayı kurtarmaya çalışanların yüzsüzlüğü de buradan yükselir.
Sokakta inat eden, haklarını savunan ve hayatı çalınan kadınların akıbetlerinin peşine düşenler olmasa, korkarım hepimiz bir kadının hayatını çalmak için gönüllüsü olacağız içimizde beslediğimiz iktidarların.
Herkes zayıf yanına bakarsa, neyi kopyaladığını görebilir belki de.