İktidarı, sağdakilerden en soldakilere kadar siyasal partileri şimdilik bir yana bırakalım; toplumdaki ya da genel olarak “halk” dediğimiz kesimdeki ideolojik ve siyasal oluşumlara bakmaya çalışalım.
Denecektir ki “halkta, siyasal partilerin söylemlerinden ve etkinliklerinden bağımsız, apayrı bir ideolojik-siyasal şekillenmeden söz edilemez.” Bu itiraz temelde haklıdır. Ancak, siyasal partilerin de boş bir kâğıt üzerinde çalışmadıklarını, kendi “girdileri” ne olursa olsun onların da sonuçta bir “nesnellikle” baş başa olduklarını kabul etmek zorundayız.
Burada bir “model” üzerinde duracağız ve model inşasında soyutlamaların belirli bir yere kadar meşru sayılması gerekir.
***
Bugün Türkiye’de toplum diyorsak, halk diyorsak, bu kesimde sağ ideolojik-siyasal eklemlenmenin daha ağırlıkta olduğu bir gerçektir.
“Sağ” dediğimizde, faşizan, milliyetçi, şoven eğilimlerden yobazlığa, dinci gericiliğe, oradan geleneksel muhafazakârlığa, devlet fetişizmine, statükoculuğa vb. uzanan geniş bir yelpazeyi kastediyoruz. “Eklemlenme” sözcüğü ise, bütün bunların, aralarındaki farklılıklara rağmen bir arada duruyor olmalarına işaret etmektedir.
Bir arada mı duruyorlar, yoksa siyasal özneler tarafından bir arada mı tutuluyorlar?
Önemli, ama ayrı bir tartışma konusudur. Konunun “siyasal özneler tutuyor, yoksa dağılıp gider” ya da “siyasal özneler önlerinde hazır eklemlenme buluyor” uçlarına taşınmadan burada bırakılması yerinde olacaktır.
Asıl amacımız, başka bir yere bakmaktır: Bugün Türkiye’de az önce değinilen sağ eklemlenmenin karşısında duran bir sol ideolojik-siyasal eklemlenmeden söz edebilir miyiz? Tekrar edelim: Sol siyasal öznelerden, partilerden değil, geniş kesimlerden, “halktan” söz ediyoruz.
Yanıtımız ne yazık ki pek iç açıcı olmayacak: Evet, bir sol eklemlenmeden söz edebiliriz; ama bugün için sağ eklemlenmeye göre çok daha amorftur; siyasal öznelerle ilişkisi çok daha gevşek ve belirsizdir; altı boş olsa da sağ eklemlenmedeki en “sıradan” unsurda bile görülebilen özgüvenden büyük ölçüde yoksundur…
Bu noktaya geldikten sonra, az önce sağ eklemlenme üzerinde dururken bir yerde bırakıp geçtiğimiz siyasal özneler-halktaki şekillenmeler ilişkisine ilkinden daha farklı biçimde yaklaşabiliriz.
Sol eklemlenme için dile getirdiğimiz zaaflar, büyük ölçüde öznellikle, yani soldaki siyasal öznelerin durumuyla ilişkilidir. Klasik kavramlarla devam edersek, sağdaki eklemlenme, sağdaki özneler aracılığıyla “kendisi için” olabilirken, soldaki eklemlenme bu kez soldaki öznelerin yetersizliği nedeniyle “kendiliğinden” kalmaktadır.
***
Burada bırakırsak olmaz.
O zaman bir adım daha atalım: İnsan hakları, demokrasi, kuvvetler ayrılığı, çoğulculuk, basın özgürlüğü, “sivil toplum” vb. ne kadar önemli sayılırsa sayılsın daha farklı bir alanın başlıklarıdır. Bir kere bu başlıklar sağ eklemlenme karşısında güçlenmesi gereken sol eklemlenmenin kendi başına tutkalı olamaz. Sonra, sol özneler bu başlıkları elbette sahiplenmelidirler; ancak sol eklemlenmeyi salt bu başlıklarla pekiştirip sürüklemeleri mümkün değildir.
Sağ eklemlenme öznelerinin söylediklerin ve yaptıklarının hepsi belirli ideolojilerle doğrudan ilişkilidir. Buna karşılık az önce sıralanan değerlerin ideolojiyle ilişkileri çok daha dolaylı, çok daha örtülüdür. Öyle olduğu için hepsi “ideolojiler üstü” sayılabilmektedir. “Farklı bir alan” derken kastettiğimiz de budur.
Çözüm?
Şu “popülizm” silahını egemenlerin elinden halkçılıkla almanın yolları aranmalıdır.
Milliyetçi dalga karşısında yurtseverlik bir kez daha, bu kez sınırları iyi çizilerek tanımlanmalıdır.
Eşitlik, özgürlük, adalet ve “başka bir Türkiye” kavram ve söylemlerinin içi, demokrasi kadar, belki de ondan çok “düzen değişikliği” ve “yeni toplumsal düzen” vizyon ve önerileriyle doldurulmalıdır.
Cidden niyet edilirse, o kadar da zor olmayacaktır.