Eskiden sıkça kullanırdık: “Siyasette boşluk, onu yaratarak doldurulur…”
Yanlış hatırlamıyorsak 1980’li yılların Gelenek kitap dizisinde ilk kullanan Hikmet Seçkinoğlu idi. Gerçi biraz kapitalizmin tüketim mantığının insanların aslında ihtiyaç duymadıkları şeyleri ihtiyaçmış gibi göstermesini çağrıştırıyor; ama olsun, eğer siyasetten söz ediyorsak doğru bir sözdür.
Doğrudur; ama bir noktaya dikkat edilmeli: İşin zor olan kısmı, “boşluğu yaratmak”tır; boşluk “yaratıldıktan” sonra, doldurmak o kadar zor değildir.
Neyse, işi muamma haline getirmeden meramımızı kısaca özetleyelim: Bugün Türkiye sosyalist hareketi, kendine bir alan bulmak, var olduğu alanı genişletmek, son dönemin deyişiyle “ülkedeki beşinci siyasal güç konumuna gelmek” zorundadır. Bu da “boşluk yaratarak” ve onu “doldurarak” gerçekleştirilebilir. Gelgelelim, Türkiye sosyalist hareketi özellikle şimdiki döneminde kendi yapabileceklerinin, kendi öznel etkinlik ve girişimlerinin ötesinde “görece elverişli” denebilecek ortamlara da muhtaçtır.
Daha açık konuşalım: Ülkedeki başat siyasal güçlerin niyet ve eylemliliklerinin bir bileşkesi olarak ortaya çıkan genel durum ya da ortam, sosyalist hareketin kendisi için bir boşluk yaratıp onu doldurması açısından elverişli olabilir de olmayabilir de…
Kuşkusuz, ortam “elverişsiz” ise havlu atılacak değildir. Ancak gene de ne tür bir ortamın sosyalist hareketin gelişip güçlenmesi açısından daha elverişli sayılabileceği üzerinde kafa yormak, belirli hesapları buna göre yapmak hem meşru hem de gereklidir.
***
Yazı, uzamayacak.
Başka pek çok faktör, parametre, vb. devreye sokulabilse bile, konuya belirli bir soyutlama düzeyinde bakıldığında Haziran sonrası için iki ayrı tablodan ya da ortamdan söz etmek mümkündür. Şöyle:
1) HDP barajı aşmıştır. 50-60, artık her ne kadarsa önemli sayıda TBMM üyesine sahiptir. Seçimlerden birinci parti olarak çıkacağı ve TBMM’de en fazla sayıda milletvekiline sahip olacağı kesin AKP ile flört etmekte/didişmekte, müzakereye oturmakta/masa devirmekte, pazarlıklar yapmakta/anlaşmakta/anlaşamamakta, “Sen başkan falan olamazsın” sözünden ödün vermekte/bu sözde diretmektedir, vesaire, vesaire…
2) HDP barajı aşamamıştır. Seçimleri “gayrı meşru” ilan etmiş, “B planına” geçmiş, büyük ölçüde kendi bölgesine çekilmiş, “demokratik özerklik” çerçevesinde fiili uygulamalar başlatmış, kendi programını de facto (fiilen) uygulamaya koymuştur. Siyasal iktidar/güç de “yaptırtmayız, ettirtmeyiz” diye üzerine üzerine gitmekte, Türkiye’deki siyasal yaşamın tamamına bu gerilim damga vurmaktadır.
Şimdi, soru şu:
Türkiye sosyalist hareketi, yukarıdaki iki olasılıktan hangisinde görece daha elverişli bir ortam yakalayabilir? Hangisinde kendi dolduracağı boşluğu yaratabilir? Hangisinde arada kaynayıp gitmeden kendi sesini daha geniş çevrelere daha güçlü biçimde duyurabilir? Hangisinde “İşte, ak koyun kara koyun belli oldu” diyerek örgütlülüğünü ve eylemliliğini daha ileri düzeylere taşıyabilir?
Sorudur.
“Şuna oy ver, buna verme” ile ilgili değildir.
Ve gene sorudur: İki olasılık büsbütün gerçek dışı, soru da büsbütün anlamsız mıdır?