Ardı ardına patlayan bombalar, Zarrab’ın tutuklanması ve yobaz takımının kirli yüzünü açığa çıkaran rezaletlerin üstüne ABD ziyaretinin bir skandala dönmesi eklenince giderek daha fazla sayıda insan Erdoğan’ın kalan günlerini sayıyor.
Aslına bakarsanız, siyaset yasaları ve ortalama insan aklıyla düşündüğümüzde Erdoğan iktidarının çoktan bitmesi gerekirdi. Hele Haziran Direnişi gibi muhteşem bir halk hareketinin yaşandığı bir ülkede Tayyip Efendi çoktan devrilmiş, işlediği suçların gereği olan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını çekmek üzere cezaevine konulmuş olmalıydı.
Ancak tarih her zaman aklın ve doğru olanın pusulasında ilerlemiyor. Kimi zaman son derece haklı olsanız bile, gereken gücü toparlayamadıysanız, gereken hamleleri yapamadıysanız bütünüyle haksız olmasına rağmen Tayyip gibileri resmi olarak Cumhurbaşkanı sıfatı taşıma şansını da bulabiliyor. Bu da bizim cezamız...
TAYYİP-SERMAYE, İLİŞKİ-ÇELİŞKİ
Emekçi halkın kavgası bir yana egemenlerin iç işleri de epey karışık.
ABD’nin, Erdoğan’ın üzerini çizdiği, egemenlerin Erdoğan sonrası Türkiye planları yaptığı iddiaları çok daha eskiye dayanıyor ama yakın zamana odaklanacaksak aşağı yukarı 7 Haziran seçimlerinden 1-2 ay kadar öncesine gidebiliriz. Zaman zaman geri çekilse bile kısa süre sonra yeniden pek çok politik değerlendirmenin merkezine aynı tez yerleştiriliyor.
Tayyip Erdoğan, AKP veya bu ikisinin bir kesişimi olarak Saray, Türkiye’de sermaye iktidarını en net, deyim yerindeyse mükemmel biçimde ifade eden semboller. Herhangi bir şeyin kendisi ile simgesi bir ve aynı değildir. Bu nedenle teorik olarak büyük burjuvazi veya emperyalist kimi merkezlerle AKP-Saray arasında çelişkiler olması pekala mümkündür.
Mümkün fakat iki önemli noktanın hiç akıldan çıkmaması gerekiyor.
Bir, emperyalist merkezlerin ve dolayısıyla Türkiye burjuvazisinin desteğini tümüyle çektiği hatta gerçekten devirmek istediği Erdoğan o koltukta 1 hafta oturamaz.
İki, Tayyip Erdoğan, gerek emperyalist merkezlere gerekse Türkiye burjuvazisine son 100 yılda en büyük hizmetleri sunan kişidir.
Uzatmak pahasına kısa bir ek daha yapmak gerekirse, sermaye devletini tek tek sermaye gruplarının ötesinde bir bütün olarak sermaye sınıfının çıkarlarını en ileri noktada temsil ettiğini hatırlatmak gerekir. Örneğin tek tek a, b, c sermayadarlarının ne kazanıp kaybettiğinin ötesinde sermaye sınıfının AKP-Saray iktidarı boyunca elde ettiği kazanımlar son derece değerli ve önemli .
Altını çizerek yazalım, egemenler açısından, Tayyip Erdoğan bir zorunluluk değil son derece bilinçli bir tercihtir. İçinde bulunduğumuz tarihsel kesitte sermayenin laiklik, özgürlük vb. kaygıları yoktur. Sermayenin derdi varsa yoksa para, daha çok para ve daha daha çok para için olabildiğince güçlü bir iktidardır.
Bütün bunlardan sonra egemen güçlerin, geleceklerini garanti altına almak koşuluyla Tayyip Erdoğan’dan kurtulmak isteyebileceği elbette söylenebilir.
En önemlisi Erdoğan özelinde somutlanan öfkenin bir bütün olarak sermaye iktidarını ve gelecek planlarını tehdit ettiği durumda da bu pekala mümkündür.
AMAN DİKKAT
Tayyip Erdoğan, sermaye ve emperyalizm açısından işlevli olmasaydı şimdiye kadar çoktan feda edilmiş olurdu. İşlevini yitirdiğine kanaat getirildiğinde veya daha işlevli bir aktör yaratıldığı anda kolayca feda edilecektir, bu da tamam.
Tüm bunlarla birlikte değerlendirmelerimizin merkezine “Tayyip artık bitti, sonrasına bakmak gerekir” ve benzeri yaklaşımlar yerleştirmek büyük bir yanlıştır.
Geride kalan dönemde bu yaklaşım, AKP-Saray rejimine karşı emekçi halkın, solun mücadelesini zaafa uğratmış ve nihayetinde Erdoğan’ın iktidarını uzatan sonuçlara ulaşmasını kolaylaştırmıştır.
Türkiye halkları, Erdoğan’dan kurtulmak için önce TSK’dan sonra AYM’den ardından Kılıçdaroğlu’ndan, olmayınca Gülen cemaatinden ve hatta ABD’den beklenti içine girdiler. Tüm bu beklentilerin tek bir gerçek sonucu oldu, Erdoğan karşısında biriken öfkeyi o iktidarı yıkacak bir güce dönüştüremedik ve Erdoğan yeniden şans buldu. Bunu da akıldan çıkarmamak önemli.
İçenden geçtiğimiz günlerde yine benzer hatalı eğilimlerin kendini göstermeye başladığına dikkat çekmek gerekiyor.
ABD ziyaretenin bir sonucu da Erdoğan’ın önümüzdeki günlerde de zaman kazanmaya, yeniden toparlamaya çalışacağını göstermesidir. Rezil olacağını bile bile bu geziyi gerçekleştirmesinin başka bir anlamı olamaz.
Dolayısıyla önümüzdeki soru şudur, gidecek-gitmeyecek diye papatya falı açıp beklemekle mi yetineceğiz yoksa bu iktidardan kurtulmak için elimizden gelen her şeyi yapacak mıyız?
Tekrar edelim, AKP, Saray hatta Erdoğan yıkmak istediğimiz düzenin cisimleştiği figürler olarak mücadelemizin hedefleri haline gelmişlerdir. Elbette sermaye diktatörlüğü sadece bunlarla sınırlı değildir. Bunlar teorik olarak son derece önemli doğrulardır.
Eğer bu iktidar düzenin iç düzenleme ihtiyacının bir sonucu olarak yıkılırsa bunları birbirimize anlatmaya devam ederiz. Ancak bu kadar sallanan ve bu hale gelmesinde açık ki önemli bir halk inisiyatifi bulunan iktidarın yıkılış sürecinde emekçi halkın mücadelesinin bir etkisi olursa bu yepyeni bir duruma işaret edecektir. Odaklanılması gereken budur.
Türkiye solu ülkenin yakın geleceğinde etkin bir konum alacaksa bunun tek yolu, AKP-Saray rejiminin yıkılışına giden bu süreçte etkin bir konum almasıdır. Eğer gidişinde sözümüz, eylemimiz olursa gelecek dönemde etkimiz oluruz.
Sol güçsüz o yüzden bunu yapamaz demek yerine güçlenmek için tüm enerjimizi, birikimimizi bu mücadeleye odaklamalıyız.
Kuşkusuz mücadelenin içinde aktif bir pozisyon almanın riskleri vardır. Ancak daha önemlisi Türkiye böyle önemli bir kırılma dönemindeyken sürece seyirci kalanın ülkenin geleceğinde de etkin bir rol bulma şansı yoktur.
Böylesi bir dönemde kafasını kuma gömen, bir daha kafasını çıkartamaz.
Kafa kuma gömülse bile tüm vücudun dışarıda kalması da cabası...