Rejimin sınır ötesi: Sol

Türkiye’de bir rejim değişikliğinin yaşandığı, artık genel kabul gören bir görüş. Dolayısıyla, bir yeni rejimden ve onun kuruluş sürecinden söz ediyoruz.

Kimi zaman fiilen, kimi zamansa yasal düzenlemelerle gerçekleştirilen dönüşümlerin sonucunda, bir iktidar aygıtı olarak düşünülebilecek ne varsa Saray’a bağlanmış, Saray’ın denetimi ve dümeni altına sokulmuş durumda. Yasama, yürütme, yargı, maliye, hariciye, emniyet, silahlı kuvvetler, eğitim, sağlık, bayındırlık işleri, yerel yönetimler; en büyüğünden en küçüğüne kadar devletin tüm parçaları ve fonksiyonları tek elde toplandı.

Ancak, burada söz konusu olan bir tür “kurucu şiddet”tir de. Dolayısıyla, yeni rejim sadece kendi sınırlarını çizip zeminini kurmakla kalmamakta, aynı zamanda bunların dışında kalan her unsuru yaylım ateşine tutmaktadır.

Bu anlamda, Türkiye’de siyasetin, ideolojinin, kültürün ve gündelik yaşamın Saray’ın çizdiği çerçeve dışında kalan parçalarına en küçük müsamaha gösterilmeyecek, bunun dışına çıkmaya yeltenenler de hizaya getirilecektir.

***

Saray Rejimi’nin inşasında kat edilen mesafeye baktığımızda ise şunu görebiliriz: Yeni rejim, bırakın solu, en sıradan demokratik, ilerici, hatta insani unsuru dahi dışlayan bir zeminde kurulmaktadır. Saray Rejimi’nin uzamında solun ilişkilenebileceği, rabıta kurabileceği, kendine mal edebileceği hiçbir şey bulunmadığı gibi, Rejim de solun en seyreltilmiş haline bile tahammülsüzdür. 

Deyim yerindeyse, yeni rejim, solla ilişkili ne varsa kendisini onun tam zıddı olarak kurmaktadır. Göstermelik dahi olsa sol değer ve ilkelere de alan bırakan bir kapsayıcılığa ihtiyaç duymayan rejim açısından sol, tam anlamıyla sınır ötesidir.

Böyle bakınca, solun, kendisine Saray/Rejim-dışı bir uzam yaratması ve mücadelesini bunun üzerine bina etmesi gerektiği görülebilir. Ancak bu durum, solun düzen-dışılaşması anlamındaki bir radikalizme dair umutları köpürtse de birçok yeni soruyu da beraberinde getirmektedir.

Çünkü, Saray Rejimi, solu kendi sınırlarının ve zemininin dışına atmakla yetinmemiş, dışarıda da hiçbir şey bırakmamıştır. Yani, sol, düzen-dışına çıkarak radikalizmin keyfine varacakken elinde hiçbir toplumsal/siyasal mevzinin kalmamış olduğu gerçeğiyle de yüz yüze gelmiştir.

***

Solun böyle dımdızlak kalmasının en yakıcı sonucu ise, toplumun bütününe seslenebildiği, toplumla kitlesel ölçekte ilişki kurabildiği, gerek siyasal gerekse duygusal olarak yığınlara sirayet edebildiği kurumsallıklara artık sahip olmamasıdır.

Uzun yıllar boyunca, inişli çıkışı da olsa solun topluma merkezi bir noktadan seslenebilme olanakları bulunuyordu. Kitle örgütleri, basın, kültür ve sanat dünyası, akademi, hatta fikri üstünlüğünün yansıdığı dönemlerde bürokrasi bile topluma sol düşünce ve tutumun yansıdığı ve solun da içine yerleşebildiği kanallardan bazılarıydı.

Şimdi ise, sol, bu kanallardan şiddet yoluyla tasfiye edilmiştir ve halihazırda bunları ikame edecek kanallar geliştirebilmiş de değildir.

Solun artık yüzbinlerce işçiyi örgütleyen ve harekete geçiren sendikaları, meslek odaları, kitle örgütleri yok.

Solun basın dünyasında etkili olan gazetecileri veya yazılarıyla kitlelere seslenebilen köşe yazarları yok.

Solun kültür ve sanat alanlarındaki etkinliğiyle halkın geniş kesimlerine ulaşabilen sanatçısı yok.

Solun her dönem kendisine yer bulabildiği ve yeni kuşaklara ulaşabildiği akademisi yok.

Solun toplum genelinde tanınan, sözüne ve kanaatlerine değer verilen, tutumuyla toplumu etkileyebilen aydınları yok.

Solun, fiilen değilse bile fikren etkili olabildiği bir bürokrasi de yok.

“Yok” derken kimsenin kabahatinden veya suçundan söz etmiyoruz. Bunların yokluğu, bizzat yeni rejimin şiddetinin sonucudur aslında. Üstelik, bunların her birinin örnekleri de var elbette; ancak topluma seslenebilecek, toplumla ilişki kurabilecek, yığınlara sirayet edebilecek kanallardan mahrum kalındığı için en fazla solun dış duvarlarına kadar uzanabilmekteler.

***

Solun bu biçimde tasfiye edilmesi ve rejim dışına itilmesi karşısında feryat figan eylemeye de gerek yok. Ancak, her ne olursa olsun, solun topluma merkezi bir noktadan seslenebilmesinin, toplumla kitleler ölçeğinde ilişki kurabilmesinin kanalları ve aygıtları yaratılmalıdır.

Bu tür aygıtların yaratılmasında, belirli bir kurumsallık biçimi ile yığınsallık arayışı iç içe geçmelidir. Devrimciliğin kurumsallık düşmanlığı imiş gibi, öncülüğün ise kitlesizlik merakı imiş gibi sunulduğu mitolojilere inat, sol, halk kitlelerinin kurumsal aygıtlarını yaratmak zorundadır.

Solun kendi iç dünyasını yansıtacak kurumsallıklar değil, halkın direnme ve eyleme kapasitesini artıracak/koruyacak kurumsallıklardır yaratılması gereken.

Bunun için ise, işe sıfırdan başlamak veya sıfırda olduğumuzu bilerek başlamak gerekmektedir.

O sıfır noktasında ise, halkın her düzeyde örgütlü kılınması, halkın mücadele pratiklerinin birbirine ulanması yer almaktadır.