Türkiye’de rejimin önümüzdeki döneme yayılacak siyasal hamleleri neler olabilir?
Bunları kestirmeye çalışmadan önce, her şeyi açıklamasa bile olası gelişmeleri anlamada işlevli olabilecek bir noktaya değinmemiz gerekiyor:
Can Soyer İleri Haber'deki son yazısında (İktidar ve düzen: Yanıtını arayan soru, 14.10.2020) “devlet aklı” kavramına başvuruyor ve bugün Türkiye’de “kendine özgü vizyonu olan bir ‘devlet aklından’ söz etmenin mümkün olmadığını” ekliyor. Soyer’e göre bu durumu ortaya çıkaran, “mevcut iktidarla belirli bir mesafeyi koruyan ve bu sayede 'devlet aklı’nın gerekleri ile iktidar arasındaki çelişkiye devlet lehine müdahale eden bir yargı, ordu, akademi veya bürokrasiden” artık söz edilemeyecek olmasıdır.
Bu tespite bir ek yapacağız: Devlet aklı, olağan koşullarda, Soyer’in sözünü ettiği kurumların dışında siyasal iktidarın bizzat kendisine de içrektir; yani, “olağan durumlarda” siyasal iktidarlar kendi siyasal akıllarını devlet aklıyla bir şekilde kaynaştırırlar, bağdaştırırlar.
“Olağan olmayan” koşullarda ise devlet aklı devreden çıkabilir; geriye sadece “siyasal akıl” kalır.
Böyle bir akıl artık her durumda pragmatizme sarılmak, bunu sonuna kadar götürmek zorundadır; bugünkü rejimin halen yapmakta olduğu ve yapacağı da budur.
***
Daha açık olsun: Saray rejimi, ömrünü uzatmak, yerini korumak için “siyaseten” neler yapılabilecekse hepsini yapmaktan geri durmayacaktır. Burada Türkiye’nin dış politika dengeleri, sermaye sınıfıyla ilişkiler, anayasal kurumlarla uyum, “ekonomik istikrar” ve uzun vadeli “vizyonlar” artık hep geri plandadır.
Ne varsa hepsi yapılacak ilk seçimlere endekslidir.
Daha fazla açıklık için bir adım daha atalım: Eğer durum yukarıdaki gibiyse gündemdeki asıl kritik başlık ne MHP ittifakının sürdürülmesi ne İyi Parti’nin bir şekilde bulunduğu yerden çekilip “kazanılması” ne de CHP’nin kendi iç huzursuzlukları sonucunda düşebileceği durumlardır; bunların hepsi olabilir, ancak rejim için en kritik, en can alıcı başlık HDP ve Kürt oylarıyla ilgilidir.
Burada “İslam kardeşliği” gibi söylemlerle süslenmiş yeni bir “çözüm sürecini” kastetmiyoruz. Kastettiğimiz, özellikle seçimler bağlamında HDP’nin bir şekilde devreden çıkartılmasıdır.
Bizce işin bu tarafı kesindir; henüz kesin olmayan, bu devreden çıkarma işleminde hangi yollara başvurulacağıdır.
***
Akla ilk gelen, HDP’nin kapatılması ya da seçim sisteminde ve siyasal partiler kanununda yapılacak birtakım değişikliklerle bu partinin oy tabanının bir şekilde “iç edilmesidir.”
Seçim sisteminde ve siyasal partiler kanununda değişiklik yapılmasının, TBMM’nin bu çalışma dönemindeki gündeminin baş sıralarında yer aldığı söyleniyor. Ne gibi değişiklikler yapılacağını şimdiden bilemeyiz. Ancak, 2018 Genel Seçimlerinde dokuz ilde (Diyarbakır, Mardin, Siirt, Şırnak, Hakkâri, Van, Ağrı, Batman ve Muş) HDP’nin 35 vekiline karşı AKP’nin ancak 14 vekil çıkarabilmesinin rejim açısından “tahammül edilebilir” bir durum sayılmayacağı açık olsa gerek.
Peki, “Bu kadar ince hesaplarla, detaylarla uğraşacağımıza daha kestirme ve kesin bir yola başvurmak en iyisi” diyemezler mi?
Diyebilirler ve bizce daha güçlü bir olasılıkla böyle diyeceklerdir.
***
HDP’nin kapatılması seçeneğinin rejim açısından bugün yakın geçmiştekine göre daha fazla gündemde olduğunu, “kesin böyle yapacaklar” yargısına varmadan not edip geçelim.
Bizce, HDP’nin kapatılması gibi “küt” bir yol ile seçim kanununda yapılacak değişiklikler gibi “ince” (!) bir seçenek arasında yer alan başka hesaplar da gündemdedir. Bu hesapların temelinde, HDP başta olmak üzere Kürt siyasetinin “içini karıştırma” ve partiyi kapatmadan bir şekilde etkisiz kılma, devreden çıkarma, ülke siyasetinin “kenarlarına itme” niyetlerinin yattığını söyleyebiliriz.
Burada detaylarına girmeyeceğiz; Ruşen Çakır’ın, Medyascope programında bu tür niyetlerin ve hesapların Abdullah Öcalan faktörü dahil olmak üzere çeşitli yönlerine değindiğini hatırlatmakla yetinelim.
Rejimin niyetleri, Abdullah Öcalan faktörü, “Kandil pozisyonu”, Ayhan Bilgen’in eleştirileri, Selahattin Demirtaş’ın mesajları, vb. derken konunun karmaşık özellikler kazandığı açık olsa gerek. Rejimin anlatmaya çalıştığımız niyet ve hesapları gerçekse “Ne yapılmalı?” sorusunun birinci muhatabının HDP olması gerektiği de…
Bu gibi konularda HDP’ye “dışardan akıl verme” gibi bir tutum yakışık almayacağına göre başka türlü bitirelim:
“CHP’liler, ilericiler, demokratlar, yurtseverler, solcular, sosyalistler… Rejimin HDP’yle ilgili hesap ve niyetleri, bilelim ki aynı zamanda hepimizin hikayesi olacaktır…”