İki sorumuz var:
Türkiye’de toplumun giderek “cahilleştiği” söylenebilir mi?
Eğer söylenebilirse bu “cahilleşmenin” sola yansımaları var mıdır?
Sorulardan ilkine kesin yanıt vermek güçtür. Toplumumuzun malumat (enformasyon) sahibi olmada çok ilerlediği bir gerçektir; ancak bugün düne göre daha “bilgili” ve “kültürlü” bir toplumda yaşadığımız herhalde söylenemez.
Şunu diyen çıkabilir: Eskiden, medya bu kadar yaygın değilken hangi konuda olursa olsun çok sınırlı bir kesim konuşabiliyor, kamuoyu da ancak onları tanıyabiliyordu… Bugünse, malumatfuruş elitlerin ağırlığı çok azaldığından çok şükür halkımız istediği yerde istediği gibi konuşabiliyor… Aralarında o elitler kadar bilgili ve kültürlü olmayanlar da var elbette; dolayısıyla “cahilleşmeden” değil konuşanların sayıca artması ve çeşitlenmesinden söz edilebilir…
Tartışmaya açık olmasına karşın buna da tamam diyelim…
Ancak yine de bir gerçek değişmez: Cehalet artık “kamusallaşmış”; vaka-i adiye durumuna gelmiş, hatta yer yer övünç vesilesi olmuştur.
Toplumun cahilleşmesinden bu anlamda söz edebiliriz.
İlk sorunun yanıtını böyle vermiş olalım.
Peki, cehalet bulaşıcı mıdır?
Bu da bizi ikinci soruya götürüyor.
***
Eşitsiz (ve bileşik) gelişme yasasını biraz düz ve mekanik biçimde yorumlayanlar, toplumdaki genel cehaletin aynı toplumun dar da olsa belirli bir kesiminde, örneğin solda derinlikli ve gelişkin düşünceyi tetikleyeceği sonucuna varabilir.
Oysa durum (şimdilik) pek böyle görünmemektedir.
O zaman sol da mı?
Hayır, bu ülkede sol cahil değildir; genel kültür, ansiklopedik bilgi vb. açısından toplumdaki ortalamanın üzerindedir.
Gelgelelim, toplum ortalamasının düşüklüğü solu da etkilemektedir; yani genel cehalet solu da cahil yapmasa bile üzerinde birtakım yan etkiler yaratabilmektedir.
Peki, bu “mekanizmanın” işleyişi nasıldır?
Bir kere, genel ortalamanın aşırı düşük olması solu rehavete sürüklemektedir. Sol, en azından “başkaları gibi olmamanın” verdiği hoşnutlukla avunmakta, böylece daha ileri, ön açıcı arayış ve keşiflere pek “motivasyon” duymamaktadır.
İkincisi, bilginin, derinlikli ve gelişkin düşüncenin “tahrikçisi” her zaman iyimserlik olmuştur. Karamsarlıktan komplo teorileri, kulis bilgilerine dayalı sonuçlar, “yaklaşan felaket” kurguları çıkar; ama daha güzel, daha insancıl bir dünya ve ülke için yararlı fikirler pek çıkmaz. Bu durumda, toplumdaki cehaletin, bir de solu karamsarlığa sürüklediği için ön kesici bir etki yarattığını söylemiş oluyoruz.
Rehavet ve karamsarlık…
Üstelik ikisi bir arada…
Sol, bu döngüyü kırmak zorundadır.
***
Elimizde araçlar var, imkânlar var…
Marx, Engels, Lenin diye gidersek bu üçlünün günümüze bıraktığı mirasın zenginliği, sola kalıpları, didaktizmi, rutin eğitim materyallerini vb. değil yaratıcı, yenilikçi ve hamleci olma zorunluluğunu dayatmaktadır.
Denecektir ki “tamam, teori, yöntem gelişkin, ama böyle bir toplumda…”
İşte, rehavet-karamsarlık döngüsünün kırılacağı yer tam da burasıdır.
“Ben başkaları gibi değilim” rehaveti içinde olanlar, kendilerini sadece “başkaları gibi olmama” statükosundan kurtarıp daha ilerisini arama, düşünülmemişi düşünme, söylenmemişi söyleme uğraşı içine girmelidir.
Karamsarlığa kapılanlar da, bu toplumun ya da halkın sicilindeki olumsuzlukları kafaya fazlaca takmak yerine aynı sicildeki cesaret ve umut verici yanlara odaklanmalıdır.
Bir denemekte yarar vardır.
***
Konunun başka bir yönüne daha değinip bitirelim: Sol, politik deşifrasyon uğraşının, mutlaka gerekli olsa bile gelişkin düşünceleri ve yeni fikirleri beraberinde getirmeyebileceğini, hatta bunun önünü kesebileceğini de dikkate almak zorundadır.
Bütün fikir mesaisini AKP’nin melanetine, CHP’nin muhanetine (tembelliğine) ve liberallerin ihanetine ayırıp bunların ötesine geçemeyen bir sol, içinde bulunduğu döngüyü kıramayacaktır.