Düşüremeyen darbenin Erdoğan’ı güçlendirdiği açık. Buradan nereye gidileceği ile ilgili kesin şeyler söylemek için ise erken. Yaşananlar, tarihin derinliklerinden gelen iki yüz yıllık bir hesaplaşmanın yeni koşullardaki devamı olma boyutu da taşıyor ve bu hesap henüz kapanmış değil. İkincisi, 15 Temmuz, Erdoğan’ı, zamana yaydığı Türkiye’yi yeniden yapılandırma programını hızlandırmak zorunda bıraktı. Bu noktada darbe girişiminin, bir yandan Erdoğan’a programını yaşama geçirme açısından altın bir fırsat sunduğunu, ama bir yandan da onu bir an önce risklerle dolu bir yola girmeye mecbur ettiğini düşünebiliriz.
***
Bugünün dünyasında, Türkiye’nin ve Erdoğan’ın geleceğinde “dış” ilişki ve gelişmelerin, emperyalist karışmaların önemsiz olduğu söylenemez. İçinden geçmekte olduğumuz uğrakta ise, uluslararası ilişkilere belirsizlik, çok taraflılık ve hegemonya boşluğu egemen. Devletlerin, siyasal öznelerin manevra alanını genişleten, onlara görece özerk davranma özgürlüğü veren bir kararsız denge durumu var.
En başta bu nedenle, ABD, AB, Rusya vb. ile ilişkilerdeki iniş çıkışlardan kalkarak Erdoğan’ın geleceğini dış gelişmelere/müdahalelere endeksleyen görüşlere itibar etmemek gerekiyor. Bir kez, bu tür beklenti ve söylentiler içeride güçlü ve şimdilik alternatifsiz Erdoğan’ı daha da güçlendiriyor. İkincisi, bunlar devrimci muhalefeti geliştirmiyor; tersine edilgenleştiriyor. Dahası, Erdoğan’ı meşrulaştırıyor. Üçüncüsü, Erdoğan dönemine son vermek, toplumsal bir silkinişin başlangıç noktası olabileceği için özellikle önemlidir. Döneme, nasıl, kimin eliyle son verileceği ise, tam da bu nedenle önemsiz değildir. Emekçi halk çoğunluğunun iradesine ve eylemine dayanmayan Erdoğan’dan kurtulma seçenekleri bu toplum ve emekçi halk için gerçek kurtuluş yolunu açmayacaktır. Dördüncüsü, uluslararası gelişme ve çatışmaların, Türkiye’yi yönetenler arasında yaratacağı iç bölünmelerin devrimci sonuçlara yol açması, bunu değerlendirecek devrimci öznelliğin gücüne bağlıdır ve bu gücün kaynağı bu toplumdan başka bir yerde değildir.
***
Erdoğan, 15 Temmuz rüzgârını arkasına alarak, hedefleri, ayrıntıları düşünülmüş köktenci bir programı, OHAL kararnameleriyle hiç zaman yitirmeden uygulamaya koydu.
Bu programın tümü henüz ortaya çıkmış değil. Ana çizgileri, iki aşamalı olacağı ise şimdiden belli.
Programın üç ana başlığı var: Devleti yeniden yapılandırma; ekonomiyi yeniden yapılandırma; sandığa dayanan “totaliter demokrasi”yi İslamcı/Türkçü bir kitle örgütlülüğü ve seferberliğiyle pekiştirme.
Devlet, kurum olarak ordusu, sivil bürokrasisi ile hem yapısal, hem kadrosal anlamda yeniden örgütleniyor. TSK, tek adamın dinci ve paralı özel ordusuna dönüştürülüyor. Devlet aygıtı, yasal güvencesiz, tek kariyer ölçütü rejime ve reise biat etmek olan köle ruhlu, silik bürokratlara teslim ediliyor.
Küresel ekonomideki belirsizlikler ve dalgalanmalar dikkate alınarak dış sermaye akışının devamını sağlamak, “güçlü Türkiye” kartıyla, Rusya, İsrail, Barzanistan ilişkileri ekseninde enerji pastasından pay almak, savaş dönemlerini andırır siyasal komuta yöntemlerine başvurarak “kaynak” ve “yatırım” sorunlarını çözmek vb. ekonomi programının köşe taşları. Finans sektörünün ekonomik olmayan yöntemlerle zapturapt altına alınması, varlık barışı, sosyal güvenlik reformu, varlık fonu, TSK’ya ait ballı kent rant alanlarının özelleştirilmesi, düşük faiz baskısıyla konut stoklarının eritilmesi vb. ekonomi programının kimi başlıkları.
Bu programın sınıfsal tercümesi ise, Suriye kökenli göçmen emek gücünü de değerlendirerek ülkeyi ucuz işçi cennetine çevirmek, başta emekçiler tüm yurttaşlardan toplanacak fonlar, artacağı kesin olan dolaylı vergiler yoluyla emekten sermayeye kaynak transfer etmek olarak özetlenebilir.
Programın üçüncü sütunu olan İslamcı/Türkçü toplum mühendisliği ise, dereyi geçme koşulları nedeniyle programın ikinci ve şimdilik pek açık edilmeyen aşamasını oluşturuyor. Bu program, aslında bugüne dek yapılanların toplumsal derinlik ve kurumsallaşma kazandırılmış devamı niteliğinde olacak. CHP ve MHP ile bahar havası yaşanırken, HDP’nin denklem dışı bırakılmasının birçok nedeni var. Bu aşama için en önemli neden, dereyi geçme döneminin ittifak dengeleridir.
***
Bu programa, düzen değişikliği hedefine bağlı, yaşamsal ve acil emek istemlerini öne çıkaran, emek ve toprak kardeşliği, laik devlet/seküler toplum eksenli pozitif bir mücadele programıyla yanıt vermek gerekiyor. Somut, açık, muhatabı işçi sınıfı, Kürt emekçileri, 14 yıllık AKP rejiminin en mağdur ama aynı zamanda en direngen toplumsal kesimi olan ilerici kadınlar, gelecekleri için savaşmayı bırakmayan gençler, aydınlar, temel hak ve özgürlükler için, kent hakkı için, yaşanacak bir iklim, temiz hava ve su için mücadeleye hazır yurttaşlar olan bir program…Böyle bir programın toplumsal karşılığı olduğu ne kadar açıksa, görevin program “yazmak” yalınlığında olmadığı da o kadar açıktır. Sorun, istemlerle, toplumsal dinamikler arasındaki bağı siyasal olarak örmekte, maddileştirmektedir.
Bu ülkenin, andaki en büyük siyasal çelişkisi, büyük, derinlikli, birikimli toplumsal muhalefet potansiyelinin ülke çapında siyaseten ifade ve temsil edilememesidir. Başka bir anlatımla, büyük muhalefet boşluğudur.
Boşluğu devrimci biçimde doldurmanın yolu, örneğin CHP’den medet ummak ya da ondan yakınmak değil, düzendeki yerini açıkça sergileyerek bu partiye ve öteki düzen partilerine oy veren emekçilere, ilericilere doğrudan, devrimci, aynı zamanda Türkiye toplumunun birikmiş tarihsel ve güncel sorunlarına emekçi halk çoğunluğu perspektifinden çözümler üreten bir dille, özgüven ve iddiayla seslenmekten, onları kazanmaktan geçiyor. Koşullar elverişlidir.
Böyle bir siyasal odaklaşma ya da aynı anlama gelmek üzere “tarihsel bloklaşma”, bugün ne yazık ki, var olan sol örgütlerin bir araya gelmesiyle de gerçekleştirilebilecek bir hedef değil. Bu nedenle çabaları, var olanların bir araya gelmesine değil, yukarıda sayılan toplumsal sınıf ve kesimleri bir araya getirecek bir odağın yaratılmasına yoğunlaştırmak gerekiyor.