Presenteeism veya korkunun ecele faydası yok!

Kavramla başlayalım; İngilizce presenteeism işte olma-olamama, her durumda işe gelmeye çalışma, hasta olsa dahi işe gelmek için her şeyi yapma vs. vs. Yine İngilizce olan Absenteism’in karşıtı. Absenteism, tabiri caizse kaytarmacılık. Bir anlamda sınıf mücadelesinin farklı bir boyutu. Şaka yaptığımı sanmayın, kapitalist sömürü ilişkileri içinde işten kaytarma ve “tembellik hakkı” kadar kutsal bir şey yok! Korkut Boratav’ın pek çok eserinde vurguladığı gibi işçi sınıfı mücadelesi her zaman ama farklı boyutlarda sürüyor. Kimi zaman işçiler harcamalarını kısıyor, kimi zaman ev içi iş bölümünü düzenliyor, kimi zaman işten kaytarıyor, kimi zaman ek iş peşinde koşuyor. Mücadele dönemlerinde ise örgütleniyor, grev yapıyor hakkını alıyor…

Neyse konumuza dönelim; presenteeism dedik. Nereden aklımıza düştü diyorsanız Boyabatlı Emrullah’ın öyküsünü okuyun. Haber ajanslarına “işten atılma korkusu, işçi cinayeti getirdi”, “abdest alırken yaşama veda etti” şeklinde girdi Emrullah Korkmaz kardeşimizin öyküsü. Aslında tipik bir öykü, temiz tertemiz bir insan, alın terinden başka bir şeyi yok dünyada… Ve bu güzel insan işten atılmamak için, Sinop’ta üç gün hasta olduğu halde çalışıyor, “hastayım, gelemeyeceğim” bahanesiyle işten kaçmıyor, aslında kaçamıyor. “Garip” lakaplı 29 yaşındaki Emrullah Kaçmaz, işten atılma korkusuyla üç gün üst üste hasta haliyle çalışınca kalp krizi geçirerek yaşamını yitiriyor. Kaçmaz’ın kayınpederi, “Emrullah üç gündür rahatsızdı. Dinlenmesini söylediğimiz halde bizi dinlemedi. İşten kovulma korkusuyla işe gidiyordu. Onu Boyabat’a hastaneye götürecektim” ifadesinde bulunuyor. Durağan ilçesi’nin Boyabükü köyü merkez mahallesinde ikamet eden  Anne ve babasını yıllar önce kaybeden ve engelli kardeşiyle yıllardır zor şartlar altında yaşam mücadelesi veren Durağan’ın Garip lakaplı Emrullah’ının zayıf bünyesi ve kalbi, hayatın zorlu şartlarına daha fazla dayanamıyor. Ölümüyle hastalığı veya yoğun çalışması arasında bir ilişki var mı yok mu bilmiyoruz, açıkçası ilgilenmiyoruz da. İlgilendiğimiz şey, hasta olduğu halde ısrarlara karşın çalışmaya gitmesi, kendi canını hiçe sayması… İşte buna presenteeism diyoruz…

Sermaye açısından verimlilik sorunu

“Şirketlerin Yeni Sendromu” başlığıyla veriyor, sermayenin “damardan” dergisi Capital ve diyor ki:

“Her yönetici aynı tabloyu yaşamıştır. “Hastayım, bugün gelemeyeceğim”… Artık klasik halini almış bu sorunun yerini “Presenteeism” olarak adlandırılan yeni bir sorun alıyor. İşin özünde ise ofise gelen, ancak baş ağrısı, grip, kadın hastalığı, stres ya da diğer rahatsızlıkları nedeniyle verimi düşen, atıl olan çalışamayanlar var. ABD’de yapılan araştırmalar, bu sorunun kişi başına günlük maliyetinin şirkete 2 dolar olduğunu, toplamda milyar dolarları aştığını ortaya koyuyor.”

“Türk şirketlerinin önlem almaya çalıştığı bu soruna, Batı’da “Presenteeism” adı veriliyor. Bir anlamda “Hasta-rahatsız olduğu halde ofiste bulunmak” olarak özetlenebilecek bu kavram, son yıllarda şirketleri iyice rahatsız etmeye başladı. Eskiden “Absenteeism”, daha doğrusu “çeşitli gerekçelerle işe gelmeme” sorunuyla mücadele eden şirketler, şimdi farklı bir konuyu aşmaya uğraşıyor. İş dünyası literatürüne “Presenteeism” olarak giren bu sorun, çalışanların küçük çaplı da olsa rahatsızlıkları nedeniyle şirkete verdikleri zararı ifade ediyor. Uzmanlar, bu kişilerin geçirdiği rahatsızlığa rağmen işe gelip çalışmasının şirketi maliyet açısından da olumsuz etkilediği görüşünde.”

Uzatmıyorum; herhangi insani bir konunun sermaye bakış açısıyla nasıl da “verimlilik”, “maliyet” boyutuna indirgendiğini görmek için daha fazla okumaya gerek yok, isteyen söz konusu linki okuyup daha da sinirlenebilir (Şeyma Öncel , Şirketlerin Yeni Sendromu, http://www.capital.com.tr/insan-kaynaklari/sirketlerin-yeni-sendromu-haberdetay-2348)

Bizim açımızdan ise, işçi sağlığı ve iş güvenliği, iş cinayetleri-meslek hastalıkları bakımından oldukça

ciddi bir soruna işaret ediyor. Bu kadar mı, boyun eğdirilmiş, korkutulmuş, örgütsüzleştirilmiş işçi sınıfının ne hale getirildiğini gösteriyor…

Presenteeism nedir?

Okuduğum bir blogda, Capital dergisine benzer bir şekilde konuya sermaye açısından bakılıyor ve şu ifadeler kullanılıyor (http://blogyorum.com/presenteeism-presenteizm-hastaligi-nedir/)

“Presenteeism kendisi işte olup aklı bambaşka alemlerde olma, iş performansını gösterememe durumudur. Sebepleri ise aşırı iş yükü, işsiz kalma korkusu,  kararlara verme yetkisinin olmaması veya yöneticisinin desteğini alamama duygusu veya işkolik olmak.
Bu durumun şirketlere ciddi maliyetleri söz konusudur ve insan kaynakları ve üst düzey yöneticilerin değerlendirilmesi gereken bir konudur. Bu presenteizm hastalığının sebepleri ise:

1.) Tükenmişlik duygusu 2.) Fiziksel sorunlar ve sağlık sorunları 3.) Ruhsal problemler 4.) İşeyerindeki çeşitli baskılar 5.) Özel hayattaki baskılar 6.) İşe olan bağlılık

Presenteeism, dünyada ve Türkiye’de de bir problem olarak iş piyasalarını tehdit ediyor. Türkiye’de presenteizmden kaynaklanan sorunlara karşı tam anlamıyla bir bilincin oluştuğunu söylenemez.Grip aşısı, motivasyonu artıracak eğitimler ve uygulamalar, uygun bütçe ( geçim standardını oluşturmak); esnek çalışma saatleri ve sağlık problemlerine karşı uygulamalarla bu presenteizm aşılmalıdır.”

Konuya yüzeysel bakarsak böyle. Eğer işçi sınıfının gündelik, insanca, sağlıklı ve güvenli yaşamının bir hak olduğunu savunmazsak yapacağımız yorum bu ve benzeri yorumlar olacaktır.

Dew ve Taupo’nun (Dew K ve Taupo T., Sociology of Health & Illness Vol. 31 No. 7 2009) çalışması bunu bir kamu sağlığı sorunu olarak ortaya koyarken, Widera ve diğerlerinin (Widera, E., Chang, A., & Chen, H. L. (2010). Presenteeism: a public health hazard. Journal of general internal medicine, 25(11); 1244-1247) çalışması bizzan bunun bir kamu sağlığı açısından tehlike olduğunu vaka çalışmalarıyla destekliyor. Ömer Çoban ve Serhat Harman’ın konuyla ilgili literatür derlemesi bu konuda ön açıcı olabilir (Çoban, Ö. ve Harman, S. (2012); “Presenteeism: Nedenleri,. Yarattığı Örgütsel Sorunlar ve Çözüm Önerileri Üzerine Bir. Alanyazın Taraması”, SÜ İİBF Sosyal ve Ekonomik Araştırmalar Dergisi, Sayı:23). Keza konuyla ilgili Birgül Çiftçi’nin Çalışma ve Toplum dergisindeki makalesi de toparlayıcı bilgileri bize aktarıyor (Çiftçi, B. İşte Var Ol(Ama)Ma Sorunu ve İşletmelerin Uygulayabileceği Çözüm Önerileri, Çalışma ve Toplum Sayı:24). Açıkçası konuyla ilgili ayrıntılı bir literatür araştırmasını köşe yazım kapsamında sunamayacağım. Ama bu kavramı ilk kez okuduğum İlker Belek’in kitabından alıntı yapmadan geçemeyeceğim:

“İlk karoshi vakası 1969 yılında, Japonya’nın en büyük gazete şirketlerinden birisinin yükleme bölümünde çalışan 29 yaşında evli bir erkeğin, felç nedeniyle ölümü olarak rapor edilmiştir. Karoshi, kelimenin tam anlamıyla “aşırı çalışmadan ölüm” şeklinde çevrilebilir. Karoshinin önemli tıbbi nedenleri kalp krizi ve felç (%18,4); beyin kanaması (%17,2); serebral tromboz (beyin damarları tıkanması) ve infarktüs (%6.8); kalp krizi (%9.8); kalp yetmezliği (%18,7) ve diğer nedenlerdir (%29,1). Japon Çalışma Bakanlığı karoshi istatistiklerini 1987 yılında, kamunun artan ilgisi nedeniyle yayımlamaya başlamıştır.

Mahkemelerde aşırı ve uzun çalışmayla sağlık sorunu arasındaki ilişkinin kanıtlanması zorunluluğu işçilerin tazminat elde edebilmelerinin önündeki en önemli engeldir. Bütün bu nedenlerle Presenteeism kavramı (absenteizmin-işe devamsızlık karşıtı olarak) türetilmiştir. Bu kavram işe devamlılık bağımlılığı anlamına gelmekte ve iş ve gelir kaybı endişesiyle işe devam etmemeyi gerektiren bir sağlık sorunu olmasına rağmen işe devam etmeyi anlatmaktadır (Belek İ., 2010. Esnek Üretim Derin Sömürü, Yazılama Yayınları)

Tam da burada, aşırı çalışma/yüklenme (sürmenaj) ile işte olma (presenteeism) ve bunların bir arada işçilerin sağlıklarına etkisine ilişkin somut bilimsel çalışmalardan söz edilmeli. Yalnızca meslek hastalıklarına değil, kazalara da neden olan faktörlerden olan işin yoğunlaştırılması, sürmenajın yanı sıra, işçiler üzerinde stres yaratmakta, sağlığı bu açıdan da olumsuz yönde etkilemekte, bu konuda pek çok çalışma mevcut. ABD Ulusal İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Enstitüsü tarafından ortaya konan sonuçlar, kardiyovasküler hastalıkların, kas iskelet sistemi arazlarının ve psikolojik rahatsızlıkların işin yoğunlaştırılması sonucu olduğunu göstermektedir. Yoğun çalışma keza zehirli maddelere maruziyeti, yorgunluk ve deneyimsizlikle birleşince kazaları artırmakta, tekrarlanan zorlama yaralanmaları (Repetitive Strain Injuries) üzerine etkide bulunmakta ve işyerinde şiddete uğrama riskini artırmaktadır (artan çalışma saatleri ve düzensiz, insan biyolojik ritmine uygun olmayan saatler vb. etkisiyle sinirli ruh hali). Yoğun çalışmanın nedeni ve aynı zamanda sonucu olan işgücünün azaltılması, iş güvenliği konusundaki bilginin ve eğitimlerin de ortadan kalkmasına yol açmaktadır (Barnetson, B. (2010). The political economy of workplace injury in Canada. Athabasca University Press.).

 

Bu konuda yazılacak çok şey, araştırılacak uçsuz bucaksız bir alan var. Ama işin özeti şu; ücretli kölelik ifadesini kullanırken, gayet somut, gerçek ve soğuk, can acıtıcı çelikten veya demirden yapılmış zincirlerin dışında pek çok zincir olduğunu biliyoruz. Kapitalist sistem içinde kimi zaman işten atılma korkusu, buna bağlı olarak en basitinden aç kalma, ama günümüzde çok daha somut olarak kredi kartı borcunu ödeyememe, ev-araba taksitini yatıramama, çocuğu okula gönderememe vs. vs. gibi piyasa gerçeklerinin o buz gibi prangalardan çok daha fazla acıtıcı olduğunu biliyoruz. Ve tüm bu analizlerin ardından içimiz burkuluyor, canımız yanıyor “Garip” Emrullah’ı düşününce ve bir kez daha lanet okuyoruz. Emrullah ve milyonlarca işçinin hasta olduğunda işe gitmeme hakkını savunmanın bile nasıl bir mücadele gerektirdiğini bilerek…