Günümüz Türkiye’sinde sosyalist “hareketin” durumu, sosyalist mücadele ve örgütlenmenin gündem ve sorunları söz konusu olduğunda iki kesimin varlığından söz etmek mümkündür.
Bu iki kesimden ilkini “taşıyıcı kadrolar” olarak tanımlayalım. Bu insanlar mücadelede 10 yıldan 50 yıla uzanan bir sürekliliği, bu süreklilik içindeki çeşitli örgütlenme girişimlerini ve deneyimlerini temsil etmektedir.
İkinci kesimde yer alanlar ise sosyalizme inanan, dahası yeni mücadele dönemine ve bu dönemin gerektirdiği örgütlenmelere hazır insanlardır. Aralarından bir bölümü geçmişte pek de hoş olmayan örgütlülük deneyimleri yaşamıştır; diğer bölümünün ise böyle deneyimler yaşasınlar yaşamasınlar özellikle duyarlı oldukları konular vardır.
“Pek de rahatsız edici olmayan sorun” bu iki kesim arasındaki iletişimin nasıl olacağı ve ne yönde seyredeceğiyle ilgilidir.
Açmaya çalışalım.
***
İlk kesimde yer alanlar, yani “taşıyıcı kadrolar” şöyle ya da böyle belirli bir birikime sahiptir. Kimi başlıklar onlar açısından turnusol kâğıdı gibidir. Duyarlı oldukları konular, Cumhuriyet tarihinin önemli kırılma noktalarından Sovyet deneyinden çıkarılacak derslere, oradan şu menhus liberal virüse karşı neler yapılması gerektiğine kadar çok geniş bir yelpazeye yayılır.
Kısacası, bu kesim, belki de doğal olarak, kendini ayrıştırma, özgül yerini başkalarına göre farklılıklarla tanımlama eğilimindedir.
Buna karşılık, birinci kesimin duyarlılıkları ve kendi ayrı yerini vurgulayıcı söylemleri ikinci kesimde yer alanlar açısından o kadar da önemli değildir. Bu kesimdekiler açısından daha kötüsü, bu tür vurguların yeni bir “darlığı” da beraberinde getirmesi ihtimalidir.
Sonuçta, kısaca değinmeye çalıştığımız bu farklılık iki kesim arasındaki iletişimde ve birlikte yürüme imkânlarında kimi sorunlara yol açmaktadır.
Ne diyeceğiz?
***
Biz, ne birinci kesimdeki insanların titizliklerini gereksiz bir konformizmin ya da ortodoksluğun tezahürü sayıyor ne de ikinci kesimdekilerin önerdikleri ayrıntıya inmeyen sadeliği bir boş vermişlik ya da önemli konulara duyarsızlık olarak değerlendiriyoruz.
O zaman ne olacak?
İkinci kesimdekiler tamamen haklı sayılıp ona göre hareket edildiğinde birinci kesimdekilerin bitmez tükenmez ahret sualleriyle (kimisi iyi niyetli de olsa) karşılaşacakları kesindir (Sovyetler’de NEP döneminin uzun mu yoksa kısa mı tutulduğu dâhil).
Buna karşılık, birinci kesimdekilerin ipin ucu kaçırması halinde bir sosyalist ilmihal cemaatine dönüşmesi tehlikesi, ikinci kesimdekilerin endişe ettikleri gibi, gerçekten varittir.
Bir kez daha soralım: O zaman ne yapmak gerekir?
***
Topu taca atma sayılmaz umarız: Sözünü ettiğimiz bu sorunun, teorik, siyasal ve programatik düzlemlerde çözüm imkânları sınırlıdır; asıl çözüm, hareketin kendisinin, eyleminin, pratiğinin ve örgütlenme alanındaki kucaklayıcılığının belirli bir mecrada gerçekleşmesidir. Gerçekten de içinden geçtiğimiz dönem “şunu şunu söylediler ya aferin” dedirtme dönemi değil, “şunu şunu yaptılar ya helal olsun” dedirtme dönemidir.
Sorun gerçekten “pek de rahatsız edici değildir”.
Çünkü Türkiye’nin ortamı başka her tür olumsuzluğa rağmen “yapılabilecek şeyler” konusunda büyük imkânlar sunmaktadır.
Yapılabilecek şeyler yapıldığında ise hem birinci kesimdekiler bir ilmihal cemaati olarak kalmanın çok ötesine geçebilecek, ikinci kesimdekiler ise eylemin söze göreli baskınlığını gözleyip kararlarını ona göre vereceklerdir.