Paris sonrası durum değerlendirmesi

Charlie Hebdo saldırısı gibi olaylar üzerine değerlendirme yapılacaksa, özellikle yaşadığımız dönemde akılda tutulması gereken noktalar vardır. Bunlarla başlayalım. 

Birincisi: Günümüzde, uluslararası ölçekte ses getiren “terör eylemleri” söz konusu olduğunda artık kimin, hangi örgütün, hangi amaçlarla bu eylemleri gerçekleştirdiğinden çok eylemlerin nesnel olarak neye yarayacağı, nerelere çekilip nasıl kullanılacağı önem kazanmıştır.  Başka bir deyişle, herhangi bir “terör eyleminin” yol açtığı sonuçlar ile o eylemi gerçekleştirenlerin siyasal kimlikleri, “ruh halleri” ve amaçları arasında nedensellik bağı kurulması giderek güçleşmektedir. 

Nedenleri uzun uzadıya anlatılabilir; ama akılda tutup geçelim: Böyle olaylarda geriye dönüp “kim kimi nasıl kullandı, hangi işi kime yaptırttı” düşüncelerine dalmanın yararı yoktur; yapılması gereken, ortaya çıkan sonuçlardan hareketle yürümektir. 

İkincisi: Charlie Hebdo saldırısı gibi dinsel fanatizm bağlantılı eylemlerde “zamanında bunları hep siz beslediniz” diyerek emperyalist güç merkezlerine işaret edilmesi analiz ve tespit olarak doğru olsa bile bunun pratikte fazla bir karşılığı yoktur.  “Aslında hepsinin arkasında kapitalizm ve emperyalizm var” tespitinden hareketle sözgelimi patronlara ve emperyalizmin yerli işbirlikçilerine karşı mücadelede çekinik davranmakla, “bunları emperyalizm besleyip büyüttü” diye dinci yobazlığa “anlayışla” bakmak arasında fazla bir fark yoktur.    

Sonuç: Uluslararası ölçekte alındığında, Charlie Hebdo olayı dâhil devam edecek gibi görünen eylemler, emperyalist-kapitalist sistemin merkezlerinin dışa karşı aşırı korumalı polis devletlerine /metropollerine dönüştürülmesinde kullanılacaktır. Okur, zamanında izlemişse George Romero’nun 2005 yapımı “Ölüler Ülkesi” filmini hatırlasın: Her tür önlemle korunmuş yalıtık mekânlar ve bu mekânların dışında kalan, “Zombilerin” egemenliğindeki yerler… 

Peki, ya aydınlanma geleneği ve mirası?

Emekçi karakter taşıyan, sol ve aydınlanmacı bir hareketlenme dünya ölçeğinde devreye girmezse, aydınlanma, laiklik, özgürlük gibi değerler de egemen sınıfların tasarrufunda kendi çıkarlarına göre yeniden yorumlanacak, bunların sahiplenilmesi halinde bile “bizimdir, başkalarına uymaz” denecektir.

***

Bizim açımızdan önem taşıyan bir başka konu, bu gelişmelerin Türkiye, bu arada AKP iktidarı üzerindeki olası etkileridir.  

Hemen söyleyelim: Türkiye’nin, daha doğrusu AKP Türkiye’sinin üzerindeki dış baskılar artacaktır. Ancak AKP rejiminin (artık böyle demek gerekiyor) bu baskılar karşısında kendi çizgisinden geri adımlar atıp dümeni başka yerlere kırması beklenmemelidir. Tersine, yaşanan ve yaşanabilecek olaylar, AKP tarafından “kendi İslam’ını” bir kez daha cilalayıp dünya pazarına sunma fırsatı olarak değerlendirilecektir.

Böyle olacaktır, ama birkaç not daha düşmekte yarar var. 

Birincisi: Türkiye uluslararası “terör” ve “terörist” trafiğinde köprü ülke olarak fazla göze batmaya başlamıştır. Türkiye üzerindeki baskılar en çok bu nokta üzerinde yoğunlaşacaktır ve AKP rejiminin bu baskıları hiç umursamaması mümkün görünmemektedir. Gelen baskıları hafifletmek için önlemler almak zorunda kalacaktır. Ancak, böyle bir dümen kırmayı ülke içine dönük niyetlerle karıştırmamak, “bunu yaparlarsa içeride de yumuşarlar” dememek gerekir. 

İkincisi: “Teröre karşı uluslararası ölçekte uyumlu adımlar”, böyle bir dönemde geniş kabul görecektir ve AKP rejimi bu genel kabulü içeride polis devleti uygulamalarını daha da sıkılaştırmak için vesile sayacaktır.   Uygulamaların solu da hedef alır hale getirilmesi rejim açısından o kadar zor bir iş değildir. Olmazsa, birkaç “sol terör eylemi” tezgâhlanır ki buna da hazırlıklı olmak gerekir.      

Üçüncüsü: AKP rejimi, dışa pazarladığını içeride de piyasaya sürecektir. Yani, terör, kıyım, fanatizm vb. istenmiyorsa kendi İslam’ına razı olunması gerektiğini söyleyecek, üstelik kendi İslam’ından bulup çıkardığı “barışçı”, “hoşgörülü” ya da “insancıl” yanları daha kuvvetli biçimde dayatacaktır.  Bir yanda barış, hoşgörü gibi söylemler, diğer yanda “dayatma”… Olur mu? Bal gibi olur; zaten AKP’nin en iyi becerdiği işlerden biridir. 

Dördüncüsü: AKP rejimi, içerde geri adım atmayacak, dümen kırmayacaktır; ancak son gelişmelerin belirli çevrelerde “bu iktidar gitsin” projelerine yeni bir soluk katması beklenebilir. Bizce Abdullah Gül “Afganistan Akdeniz’e indi” derken içerden, gelenekten ve kurucu babalardan biri olarak olası bir alternatifin içinde yer alabileceği mesajını vermiştir. Gül’ün kendisi bir yana, “alternatif projeler” ciddiye alınmalıdır; ama kısa vadede hemen karşılık bulma olasılığından çok sola yönelik yeni tuzaklar içerebileceği için… 

***

Bunları kimler, hangi güç odakları besleyip tahrik etti?

“İslamofobi” mi yaratılmak isteniyor? 

Şunları dersek oryantalizm mi yapmış oluruz?

Ama onları da anlamak lazım…

İsteyen böyle şeyler düşünmeye devam etsin; ama pratikte bir karşılığı olmayacağını bilerek…

Gün, gericiliğe, yobazlığa, fanatizme karşı ödünsüz mücadele günüdür. 

Ve kendi adımıza açık konuşalım: “Laikçi” diye aşağılananların, “Kemalist” etiketiyle dışlananların, başta kadınlar olmak üzere “bunlar da fazla batı öykünmecisi, modernist” damgası yiyen gençlerin, “bu ülke nasıl bu hale geldi” efkârı basmış kaşları yukarıya kıvrık emekli albayların ve benzer başkalarının da bu mücadelede yeri vardır.