Bir ülkede güncel siyasal durumun ve olasılıkların değerlendirilmesiyle Marksist temellerin apayrı, birbirine değmeyen alanlar olduğunu düşünmek doğru olmaz.
Moliére’in “meğer 40 yıldır bilmeden nesir konuşuyormuşum” diyen kahramanında olduğu gibi, soldaki insanların güncel durum değerlendirmeleri yaparken farkında olmadan, belki de hiç bilmeden Marksizm alanına giren belirli yaklaşımları benimsiyor olmaları mümkündür.
Anlatmaya çalışacağız.
Bugünlerde gündemi nelerin oluşturduğu belli: Dış odaklar, ülkedeki sermaye sınıfı, devlet, siyasal partiler, “yandaş” ve muhalif unsurlar, kuruluşlar, kişiler… AKP rejimi ve yönelimleri, muhalif güçlerin karşı duruşu, vesaire…
Kritik soru şu: Bu sayılanlar birer özne midir yoksa taşıyıcı mı?
İkisi arasında (bizce) önemli bir fark vardır.
Özne (öznelik-agency); hiç kuşkusuz, dünyanın ve ülkenin genel durumu, sınıf mücadelelerinin geldiği uğrak, ideolojik ve siyasal konum gibi etmenler tarafından belirlenmiştir. Ancak, bu belirlenmişliğe rağmen öznenin önünde bir hareket, bir serbestlikler alanı vardır. Öznenin bu alandaki aktifliği, etkiyi ve tepkiyi, sonuçta gelişimi ve değişimi beraberinde getirir. Böylece süreçte, eskisiyle süreklilikler taşısa bile yeni dönemeçler, kırılma noktaları ortaya çıkar.
Özneler, özne oldukları için böyledir ve çeşitli öznelerin eylemlerinin bileşkesi, ortaya çıkan yeni durumlarla birlikte süreci ileriye götürür.
Taşıyıcı (Almanca “träger”) ise, adı üstünde, kendisini önceleyen, bir bakıma tarih ötesi yapıların sadece taşıyıcısıdır. Önünde, öznede olduğu gibi hareket ve serbestlikler alanı yoktur. Daha doğrusu “taşınan” yapı, taşıyanın eylemlerine çok dar ve katı sınırlar çizer; taşıyıcılığı bir alınyazısı gibi sürdürmenin ötesine izin vermeyen sınırlardır bunlar…
Marksizm içi bir tartışmadır.
Bizce doğrusu, yukarıdakilerden “özneli” olan ilkidir.
Ama dedik ya, Marksizm içi bir tartışmadır ve hiç katılmasak da ikincisinde marazi (hastalıklı) bir yan bulmak mümkün değildir.
***
Peki, marazi yan nerede ortaya çıkar?
Söyleyelim: Özneleri “taşıyıcılar” olarak görmenin ötesinde, bu taşıyıcıların hepsinin üstelik belirli yapıların da değil bir teleolojinin güncel aktörleri sayılması, marazi bir bakıştır.
Teleoloji dedik; çünkü ne oluyorsa, kim ne yapıyorsa hepsi, süreçlerin en sonunda varacağı nihai bir durum içindir… Buna göre koşullanmıştır… Özne gibi görünenlerin hepsi aslında bir üst kurgunun taşıyıcılarıdır.
Üst kurgu ise, Türkiye’nin liberal yeniden yapılanmasıdır. Gelinen her nokta, yaşanan her savrulma, her aşırılık, “sapma” gibi görünen ne varsa, istisnasız hepsi nihai varış yeri olan liberal yapılanmaya uzanan yolun geçici uğraklarıdır.
Ve aktörlerin hepsi öyledir, üst kurgunun taşıyıcılarıdır. AKP rejimi, CHP, HDP, MHP, kurumlar, tutuklananları ve Can Dündar'ıyla birlikte Cumhuriyet gazetesi dâhil medya, meslek odaları, kitle örgütleri, aydınlar, akademisyenler, edebiyatçılar, hepsi…
Hepsi üst kurgunun güncel taşıyıcılarıdır.
Kimileri bunu doğrudan, adını koyarak yapar. Kimileri de tam ters yönde işlere bulaşarak son tahlilde o üst kurgu taşıyıcılarının elini güçlendirir. Yani o ters işleri yapanları da aynı kurgunun taşıyıcıları saymak gerekir…
Rejim örneğin HDP’li vekillerle, Can Dündar’la bu kadar uğraşarak ne yapıyor, sonuçta neye hizmet ediyor sanıyorsunuz?
AKP rejimi, HDP milletvekillerini, Cumhuriyet gazetesinin yazar ve yöneticilerini tutuklayarak şu an savunma mevzilerinde günlerinin gelmesini bekleyen asıl taşıyıcıların elini güçlendirmektedir. Bunu bilerek ya da bilmeyerek yapmaları o kadar da önemli değildir. Çünkü teleoloji kendi ağlarını öyle bir örmektedir ki bambaşka yerlerde duruyor görünenler bile sonuçta kendilerini aynı ağın içinde bulmaktadır.
Yani “objektif olarak” hepsi aynı yolun yolcusudur.
Zaten taşıyıcılık da budur, böyle bir şeydir.
***
Yalnızca Türkiye mi?
ABD’nin Trump’ı, Fransa’nın Le Pen’i ve başkaları… Onlar da aynı teleolojinin kendi ülkelerindeki taşıyıcılarıdır.
Bütün kurgu, böyle tipleri göstere göstere dünyayı liberalizmin mutlak ve nihai hâkimiyetine razı etme üzerinedir…
Nasıl ama?
Son bir not daha: Burada herhangi bir siyasal yapılanmayı, örgütü, partiyi vb. hedef aldığımız sanılmasın. Hiçbir kolektif bu kadar “marazi” olamaz; mümkün değildir. Böyle bir maraz ancak kişilerde, bireylerde olabilir. Kolektiflerin kabahati ise, işlerine yarayacağını düşünerek böyle marazi yaklaşımlara hoşgörüyle bakmaları, yeşil ışık yakmalarıdır.